Merhaba,
Şimdi etrafta birileri var mı yoksa bir başına mısın? Saat kaç? Gece mi, gündüz mü? Sağda solda tanıdık biri varsa ona değil de bu yazıya (yani bana) baktığın için kendini suçlu hissediyor musun, bütün bunları bilmiyorum ama şimdi seninle teklifsizce bir yabancı olarak konuşuyorum. Muhtemelen beni bir daha görmeyeceksin. Yazı boyunca şunu hatırında tut lütfen: Ben, bu yazıyı yazan kişi değilim. Ben bu yazıyım. Şimdi yazar kim bilir hangi telaştadır. Yaşıyorsa tabii… Neyse onu boş verelim. Biliyor musun, bir daha hiç görmeyeceğin yabancılarla konuşmanın en iyi tarafı nedir diye sorsalar tereddüt etmeden şöyle yanıt verirdim: iyisiyle kötüsüyle hayat hikâyemi, duygularımı, düşüncelerimi, otosansür uygulamadan, herhangi bir filtreden geçirmeden anlatabilmek. Bir de konuştuğum yabancı; muhatabını dinlemeyi becerebilen, zeki ve birikimli biriyse o sohbetin tadında doymak mümkün değil. Bahtın açıksa uzun otobüs yolculuklarında böyle birilerine rastgelmiş olabilirsin. Farkındayım şu anda sadece ben konuşuyor gibi görünüyorum ve sen mecburi bir dinleyicisin. Ama bak, gözlerini kapatırsan veya onları kelimeler üzerinde hareket ettirmezsen ben konuşamam. Sen durursan ben susarım.
Durmadın! Pekala, başlıyorum o zaman.
Açık söylemek gerekirse ben insanların içlerinden geçenleri kolayca ifade edebildiğini pek sanmıyorum. Kınanma korkusu hafife alınacak gibi değil. Kimse eşinin dostunun, idarecilerinin, meslektaşlarının, ailesinin gözünden düşmek istemiyor. Bu sebeple düşünmediklerini düşünüyormuş, inanmadıklarına inanıyormuş gibi davranmaya çok yatkınlar. Zaten çoğunlukla düşünceleri sağlam temellerden yoksun olduğundan ortama uyma eğilimleri çok güçlüdür.
Bu, çok indirgemeci ve toptancı bir yaklaşım gibi mi geldi sana? Dur bekle, dahası var.
İnsanlar kendilerini başkalarına beğendirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Koskoca bir kozmetik sektörü böyle ortaya çıkmadı mı? Markalar statülerin göstergesi değil mi? Sosyal medya, arz-ı endâm ettiğiniz bir podyuma benzemiyor mu? Lütfen, insanları kötülediğimi düşünme! Ben bunları doğal buluyorum. Hayatlarını sürdürebilmeleri için güvende hissetmeye, güvende olmak için de birbirlerine ihtiyaçları var. Neticede bu cılız ve çıplak bedenlerle, tabiatın çetin şartlarında, bir başlarına var olamazlar. İşbirliği yapmazsa insan türü yok olur gider. Bu işbirliği çemberinin dışında kalmamak için fazla tepki çekmemek, amiyane tabirle çıkıntılık yapmamak lazım. Rezil olma korkusunun da gözden düşme kaygısının da arkasında bunlar var bana kalırsa…
Mesela şimdi seni ele alalım. Sen bu cümlelerle vakit geçirdiğine göre muhtemelen biraz dirsek çürütmüş, kalem kağıt görmüş birisin. Diyelim ki doçentlerin, profesörlerin, yazarların çizerlerin, müdürlerin, öğretmenlerin bulunduğu bir mecliste kalkıp da okumak çok sıkıcı ve eziyetli bir iştir, diyebilir misin? Pek sanmıyorum. Büyük olasılıkla cesaret edemezsin çünkü böyle bir hareket, senin entelektüel bir insan olmadığını düşünmelerine sebep olabilir. İnsanlar birden bakışlarıyla, sözleriyle seni yabancılaştırabilirler. İçinden bu söylediklerime itiraz ettiğini hissediyorum. Eğer ediyorsan iki şekilde itiraz edebilirsin:
1. Evet okumayı sıkıcı buluyorum ve bunu her ortamda söyleyebilirim.
2. Hayır, ne ilgisi var! Okumak hiç de sıkıcı ve eziyetli değil. Bence gayet keyifli bir faaliyet…
Şayet bu sözleri her ortamda söyleyebilirim diyorsan, entelektüel düzeyi yüksek geniş katılımlı bir toplantıda bir kürsüden konuşurken seni işitmek ve olan biteni izlemek isterim doğrusu. Bakalım bir kere yaptıktan sonra bir daha yapabilecek misin? Tabii hayatına bu kadar sokulamayacağımı biliyorum. Eğer okumayı sıkıcı ve eziyetli değil de eğlenceli bir eylem olarak görüyorsan seni bir daha düşünmeye davet ediyorum. (Tekrar hatırlatayım son cümlemin son kelimesini okuduğunda artık ben olmayacağım. O yüzden riyakarlığın bir getirisi yok.)
Sen bir okur olabilirsin. Hatta üst düzey bir okur olabilirsin ama dedim ya, ben de bir yazıyım ve insanların beni okurken neler yaşadıklarını görebiliyorum. Kızarmış, kanlı, baygın ve uykulu gözler, ağrıyan bir boyun ve sırt, göğüs kafesinde duramayıp ağızdan taşan off puff sesleri… İnsanları film izlerken, yemek yaparken, sohbet ederken, spor yaparken ve müzik dinlerken de görebilme imkanım oldu. İnan bana arada dağlar kadar fark var. Pek azı müstesna insanlar okurken ıstırap çekiyorlar. Bana kalırsa pek çok kişinin ortaklaşa söylediği bir yalandır şu: Okumak çok keyiflidir!
Bilakis okumak konfor bozan, sürdürmesi zor bir eylemdir. Yalnızca bedeni rahatsız etse iyi ama zihni de rahatsız eder. Herhangi bir kitabı okumak için gereken hazırbulunuşluk çoğu zaman hafife alınır. Oysa Cin Ali’den Suç ve Ceza’ya değin bütün kitaplar sıkı bir hazırlık sürecinin ardından okunabilir. Okurken gevşeyemez, rahatlayamazsınız. Handiyse bir bebeğin konuşmayı öğrenirken geçirdiği sürecin bir benzerini gerektirir okumayı öğrenme süreci. Hatırla lütfen! Tiz çığlıklar, bağırmalar ve ağlamalarla başlayan bu vetîre, bilinçli seslere, hecelere ve sonra cümlelere dönüşür.
Yazı, resim gibi değildir. Bir görüntüye baktığınızda her şeyi eş zamanlı olarak, bir bütün hâlinde görebilirsiniz. Yazıda ise hep bir sıralama, bir öncelik sonralık ilişkisi, bir başka deyişle çizgisellik vardır. Bu durum, okuma-yazma faaliyetlerini zorlaştırır. Bir metnin son cümlesi gelene kadar ilk cümlenin bellekteki izleri büyük ölçüde silinmiş olacaktır. Bir romanın bitiminde, okurun ilk sayfadaki hâlini hatırlaması neredeyse imkânsızdır. Olaya değil de bilgiye dayalı metinlerde hafıza çok daha büyük bir meydan okumayla karşı karşıyadır çünkü düşünceleri hatırlayıp tekrar etmek, olayları hatırlamaktan ve tekrar etmekten zordur. Sürekli geri dönüp bakmak gerekir. Hafızanın üzerine çok fazla yük biner.
Benden söylemesi, siz insanlar eğer okuma serüveninin başındaki ‘çocuklara okumak çok keyiflidir’ derseniz hata edersiniz. Dürüstçe zor bir işe talip olduklarını onlara anlatmak zorundasınız. İyi de biz böyle söylersek çocuklar okur mu? Hem ısrarla okumaktan keyif aldığını söyleyenler insanlar var. Onlara ne buyurulur? İkisine de diyecek lafım var elbet.
Okumak zor bir iştir dersek çocuklar okur mu? Elbette okurlar. Yeter ki okumanın dönüştürücü gücüne onları ikna edebilecek iştah açıcı bir ortamda büyüsünler. Görmüyor musun? Çocuklar, büyüklerin söylediklerini değil yaptıklarını yapıyorlar. Etrafta kitaplarla haşır neşir yetişkinler varsa, hele bir de bu yetişkinlerin ağzından bal damlarsa, üstelik çocuklar büyüklerin kitaplar sayesinde daha bereketli bir hayat yaşadıklarını görürlerse elbette okurlar.
Okur yazar insan yetiştirmek harcıâlem bir iş değildir. Kolay formüller aramayın. Yakın çevresinde saygı duyduğu, sevdiği kişiler kitaba değer vermezse çocuğun da kitaba değer vermesini beklemek akıllıca değildir. Yüksek nitelikli örnek insanlar sayesinde bu mümkün olabilir. Mesela bisiklet sürmek de zor bir iştir. Çocuk öğrenirken düşer, canı yanar, avuçları, dizler kanar ama çevrede keyifle sürenleri gördükçe iştaha gelir. Tekrar tekrar dener. İlerlediğini gördükçe de heyecanı artar. Bir gün ellerini bırakarak sürmeye, akrobatik hareketler yapmaya kadar gidebilir. Okuma süreci de buna benzer bir sabrı, motivasyonu hatta bir tür çileyi gerektiriyor. İşte okumayı sevenler ve ondan keyif aldığını söyleyenler de bir zamanlar sıkılmayı, yorulmayı göze alabilmiş olanlardır. Birikimleri arttıkça, kelime hazineleri zenginleştikçe, bakış açıları genişleyip derinleştikçe, metinler arası ilişkileri görme becerileri arttıkça bu işten zevk alabilecek hâle gelmişlerdir.
Özetle aile ve yakın çevrenin desteği çok önemlidir. Bu kadar zor bir işte tutunabilmek ancak insanın gerçekten önemli bir iş yaptığına kendini inandırmasıyla mümkündür. Özellikle çocuklukta ve ilk gençlikte bu inanç dışarıdan beslenmezse sürdürülmesi imkansız gibidir. Çoklu medya çağında eğlenceli oyunlar, videolar dururken kimse kalkıp da kendi kendine hareket edemeyen harflere bakmaz. Şimdi sen buraya kadar baktığına göre bu konuda belirli bir mesafe kat etmişsin demektir. (Bir yazının kendini övmesi de pek afili şey :) Neyse bana kalırsa yapman gereken, geriye dönüp kendi okuma maceranda yaşadığın güçlükleri hatırlamaya çalışmak ve zamanla nasıl da değiştiğini fark etmektir. Çocuklara ve gençlere karşı anlayışlı olmak, dürüstçe onları bu işin zorluklarından haberdar etmek ve okumanın verimine inandırmak gerekir.
Aklı başında insanlar çocuklara şöyle şeyler söyleyebilir: Okumak bizi sığlıktan, sıradanlıktan kurtaracak, özgün bir bakış açısı kazandıracaktır. Akademik başarımızı artırırken arkadaşlık ilişkilerimizi derinleştirecektir. Bence de bunlar hakikattir. Fakat gerçek bir eylem doğurabilmek için propaganda değil temsil gerekir. Bir başka deyişle sözlerinin mümessili olmayı başaramazsan kimse senin tebliğ afişlerini dikkate almaz. Almamakta da haklıdır.
Şimdi aşağıda bir isim göreceksin ama ben o değilim. O, daha beni yazarken geçmişte kaldı.
Sağlıcakla kal…