Sevgili Üstün Dökmen’e ait, Remzi Kitabevi’nden ilk basımı 2011 yılında yayımlanan bu romanın konusu -yazarın klâsik gelişim kitaplarının aksine- farklılıkları ve benzerlikleriyle iki kusursuz kelebeğin ve iki özürlü gencin aşk hikâyesidir. Sevgili Dökmen diyor ki:
“Tüm kelebeklere ve onları öldürmeden sevenlere;
tüm özürlülere
ve onlar için –kendilerince-
mavi kapak toplayanlara; dayananlara, dayanışmaya çalışanlara…”
Farkında olduğumuz şey içselleştirdiğimiz şeydir aslında. Bizleri dünden ve bugünden ayıran şey de bu farkındalıklarımızdır Sevgili Okur. Ve bizler kim bilir anlamaya çalıştığımız yahut düşündüğümüzü sandığımız şeyler içerisinde çok farklı bir başka şeyle karşı karşıyayızdır. Sırf bu yüzden “belki de en büyük özrümüz önyargılarımızdır…”
“Yazma” dediler ama ben iyi ki yazdım bu romanı. Niye yazdım? Çünkü içimden geldi. ‘Yalan dünya’ demiş dedeler nineler bu dünyaya. Belki. Dünya gerçekten yalan olabilir, dünya gerçek olmayabilir; ama yaşayanların yaşadıkları gerçektir, insanların ve hayvanların mutlulukları ve acıları gerçektir.
İyi ki yazdın Sevgili Dökmen. İyi ki dokundun yüreklerimize…
Kitap iki ayrı hikâyeden oluşmaktadır Sevgili Okur. Alaimisema, Umay ve Gökhan.
Alaimisema… Gökyüzünde seyrek görülen gökkuşağının eski adlarından birini vermek istemişti kızına anne Aygün Hanım. Gökkuşağı onlar için önemli idi çünkü bir kelebek efsanesine göre, kelebeklerin rengi gökkuşağından inmişti yere. Ve gün geldi Alaimisema gökyüzüne kanat açtı. Uçtu, uçtu, uçtu… Kermen’e âşık oldu ve artık Alaimisema aşkı için kanat çırpmaya başladı. Günlerce ve dahi gecelerce Kermen’i bulmaya çalışan Alaimisema, birkaç defa kaçmayı başarsa da sonunda kelebek avcılarına yakalandı, bile isteye, tek celsede…
Umay ve Gökhan… Alaimisema’nın Kerman’ı gördüğü gün ve saatte Umay’da Gökhan’ı gördü, pazar yerinde, hafif birer tebessümle “Merhaba” dediler birbirlerine. Umay yirmi dört yaşında bir genç kızdı, çocuk felci yüzünden vücudu deformasyona uğramıştı. Gökhan ise yirmi beşlerinde, sakatlığı iğnenin yol açtığı bir felçti. Ama artık ikisinin de kalpleri heyecanla, coşkuyla biraz da kaygıyla çarpıyordu. Her ertesi gün güneş onlar için başka doğuyor, her yeni gün birbirlerine daha çok bağlanıyorlardı.
Ve bir gün... Karar vermişlerdi, evleneceklerdi. Umay’ın annesi Gülşen Hanım görüşmelerine baştan beri içten içe kızdı, onaylamadı şimdi bu karara “Bir düşünelim” diyordu ama yok olmazdı, olamazdı, nasıl olacaktı… Gökhan’ın annesi Fatma Hanım oğlunun özürlü bir kızla evlenmesini kendi özrünü vurgulamak olarak görüyor, onuruna yediremiyordu. Bu
olumsuz tavırlar karşısında Umay ve Gökhan ise her şeyi düşündüler, araştırdılar, benzer sorunlara sahip evli özürlülerden ve bu konuda çalışan hekimlerden yardım aldılar. İkisi de yüreklendi, kararları bilendi. Şimdi bir kız tarafı vardı bir de erkek tarafı…
Umay ile Gökhan’ın aşkları ne olacak, evlilikleri, yuvaları olacak mı, bilemezsiniz. Annelerin ve babaların karşı çıktığı bu evliliğin, yalnızca akülü sandalyelerle yürüyüp yürüyemeyeceğini bilemezsiniz.
Evliliği yürüten elektrik mi, yoksa bir başka şey mi bilemezsiniz.
Olup bitenin ne olduğunu, olup bitenin gerçekten bitip bitmediğini, bilemezsiniz. Yaşama anlam verebilmek için sadece bazı tahminler yürütürsünüz.
Demiş ki birisi, “Evren, Dünya, atomlardan değil hikâyelerden oluşmuştur.”
Elbette hikâye burada bitmedi. Umay ve Gökhan belki kısa ama renkli bir ömrü seçti.
Uzun ve renksiz bir yol mu, yoksa uzunluğu belirsiz ama renkli ve neşeli bir yol mu? Sevgili Okur, karar sizin…