Sevgili Öğretmenim,
Aradan çok uzun yıllar geçti biliyorum, belki bu mektup size ulaştığında beni hiç tanımayacaksınız, elinize alıp hiç okumayacaksınız ya da söylemeye dilim varmıyor ama belki de hayatta olmayacaksınız. Farkındayım. Çünkü her şey sürekli değişiyor öğretmenim. Okulun yolu olarak yürüdüğüm o dar sokak bile şimdi çok büyük bir otoban yolu oldu. Okuldan çıktıktan sonra köşe başındaki bakkaldan aldığım leblebi tozu, elma şekeri ve horoz şekerinin yerini artık okul kantinlerindeki cipsler ve kronkatlı çikolatalar aldı. Bakkalın yerine ise internet kafe yapıldı. Ve daha neler neler...
Öğretmenim, değişmeyen tek şey size olan sonsuz sevgim ve saygım oldu. Sizi o kadar büyük bir sevgi ve saygıyla anıyorum ki! Çünkü o en suçlu hallerimizde ve en beter anlarımızda, en korkak, en ürkek gözlerle size dönüp bakamadığımız zamanlarda bile, bilge tavrınızla mum ışığı umudumuzu hiç yıkmazdınız. Bu yüzden sizi çok sever, size çok güvenirdik. Çocukluk seline kapıldığımız o dönemlerde sıralardan taşıp akmadan, o girdaba batmadan bizi hep çekip alırdınız. Hepimizi okumaya teşvik ederdiniz. El alemin sonu gelmez, halden anlamaz şikayetlerinde, o şikayetlerin her birinde bizi yargılamadan, incitmeden dinlerdiniz. Çünkü siz de anadan babadan böyle görmüştünüz. Her çocuk bir değildir” sözü sloganınız olmuştu. Yaradan’ın ezelde böyle yarattığına inanırdınız. Her şeyimizi bilirdiniz. Sınıfımızda hangi çocuğun kirada oturduğunu, kaç kardeşim olduğumuzu, ablalarımızdan, abilerimizden kalan eskimiş önlüklerimizi, annelerimizin satmak için geceleri neler ördüğünü, uğraşılarımızı, içinde yaşadığımız kördüğümü, rüyamızda neler gördüğümüzü… Empati kelimesini belki duymamıştınız ama kanayan yaralarımızdan hissederdiniz. Empati, sempati… Bunlar sonra çıktı, derdiniz. O dönemler, okullarda değerler eğitimi ayrı olarak verilmezdi. Duruşunuzla, tavırlarınızla değerlerin önemini aradan çıkartırdınız. Sizin için sevgi, saygı, empati, hoşgörü cakadan daha önemliydi. Hiçbir öğrenciyi, halini anlamadan geçmezdiniz.
Öğretmenim sizinle ilgili o kadar ışıltılı hatıralarım var ki… Birisi; şu an yaşanmış gibi çok canlı… Sınıfa girdikten sonra heyecanla yanıma gelerek "Ailenden hemen izin al, seni bir okulun sınavına kaydetmek istiyorum, başaracağından eminim" deyişiniz. Öğle arasında benim koşarak büyük bir heyecanla eve gidişim, anneme söyleyişim, annemin gideceğim okulun yatılı bir okul olduğunu duyunca kesin bir şekilde "Olmaz" deyişi. Boyun büküşüm… Hayal kırıklığım. Sizi üzmemek için nasıl söyleyeceğimi bilemeyişim… Ve sonra… Koşar adımlarla, nefes nefese geldiğim evden, omuzlarına ağır bir yük binmiş gibi ayaklarımı sürüterek, yolu uzatarak okula dönüşüm… Size söylediğim andaki yüz ifadenizdeki o şaşkınlık. Sonra kendinizi toparlayışınız. “Peki, tamam o zaman, sen yapardın aslında” diye mırıldanışınız… Sen yapardın. Sen yapardın… Sen yapardın… Kulaklarımı ve beynimin her hücresini dolduran bu iki kelime… Beni sürekli bir şeyler yapmaya yöneltti. Sürekli sınavlara girip okulları kazanmak, mezun olmak, başarmak “sen yapardın” ın kısa bir özeti olsa gerek ya da başlangıç noktası… Bilemiyorum. Bildiğim tek şey sizin her halinizle, her sözünüzle öğrencilerinize motive edişiniz, kendinizi işinize, eğitime adayışınız.
Hatırımda hep canlı kalan diğer bir anım ise derslerde birbirleriyle kavga eden, küsen ya da sınıf içi farklı sorunları olan öğrencileri küçük psikolojik tekniklerle, oyunlarla barıştırmanız, bir araya getirmeniz… Evet, öğretmenim, derslerde öğrencilerini birbirlerini anlamaları için yaptığınız o küçük psikolojik etkinlikler beni benden alırdı. Sözlerinizle o küçük yüreklerimize her bir zarif dokunuşunuz, beni büyülerdi adeta… Kendime söz verirdim. Büyüyünce psikoloji ile ilgili bir bölüm okuyacağım derdim. Canım öğretmenim, işte bu iki canlı anı, benim yaşamımda birleşerek tek bir amaca hizmet etti. Sayenizde şu an bir okulda psikolojik danışman olarak görev yapıyorum ve görevlerimi "Sen yapardın aslında." ilkesiyle yerine getirmeye çalışıyorum.
Bilirsiniz, öğretmenim, o yıllarda size küçük küçük şiirler yazar, sınıf defterinizin arasına bırakırdım. Sonra heyecanla sizin derse gelmenizi beklerdim. Sınıfa girdiğinizde soran gözlerle size bakardım. Bakışlarıma gülümseyerek bakar "Okudum, çok güzel olmuş." derdiniz. En büyük hedefim yazar olmaktı çünkü. Ağzınızdan çıkan o onaylayıcı sözler benim için en yüksek nottan daha değerliydi. Canım öğretmenim, sözünüzü tutuyorum. Kısa da olsa her gün bir şeyler yazıyor ve bir defterin arasına bırakıyorum. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Çocuk hikayeleri yazıyorum bu arada. Umarım, onlar da bir an önce yayınlanır.
MEKTUP
Etiketler:
POPÜLER YAZILAR
-
Serdar YAZICI 68768 EL-CEZERİ
-
Osman ATALAY 43747 KANT’IN ÖDEV AHLAKI
-
Lokman BAYNAZOĞLU 36376 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINDA EV ÖDEVLERİNİN YERİ VE DEĞİŞİMİ
-
Kemal AKBAYRAK 29073 BİLSEM NEDİR, NE DEĞİLDİR?
-
Prof. Dr. Firdevs Güneş 19647 ÖDEVİN YARARLARI
-
Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu 18709 TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE MASAL KAVRAMI VE TÜRK MASAL GELENEĞİ ÜZERİNE TESPİTLER
-
Prof. Dr. Gülay Ekici 16889 EV ÖDEVİ
-
Abdullah BAŞ 10217 BAKMADAN GÖREN ADAM: EŞREF ARMAĞAN
-
Dr. Serkan DÜZGÜN 9577 COVİD-19 PANDEMİSİ SÜRECİNDE UZAKTAN EĞİTİM
-
Volkan CİVELEK 9232 TARİH EĞİTİMİNDE AİLENİN ROLÜ
-
Cengiz AZMAN 8920 SINIF YÖNETİMİNİN TEMEL FELSEFESİ
-
Emine BARIŞ 8343 ERKEN ÇOCUKLUKTA HER HİKÂYE BİR STEAM
-
Nuran CEVAHİR KARTAL 8219 ÇOCUK OLMAK
-
Lokman BAYNAZOĞLU 7941 EV ÖDEVİ: BİR ÖĞRETİM EFSANESİ
-
Volkan CİVELEK 7280 SON CEMRE