Kar taneleri, bulutlara bağlı zincirlerini söküp atarak özgürlüğün var olduğuna inandıkları yeryüzüne düşüyorlar, düşer düşmez başka türlü bir tutsaklığı özgürlük sanıp toprağa esir oluyor ardından da buhar olup benliklerini yitiriyorlar. Ben bir kar tanesi gibiydim. Özgürlük ve tutsaklık arasında ikilemde kalan beni, benliğimi, günden güne daha korunaklı bir yuvaya dönüşen bir bulut kaplamıştı. İlk kez bulutumdan ayrılan ben, bir çiçeğe konup yapraklarını renksizleştirmekten korkarken, sizin yüreğinize düştüm öğretmenim. Tebeşirinizi alıp tahtaya yazdığınız şu cümle benim ilk dersim oldu: Tüm hikâyelerin sonunu yazamazsın belki; ama kendi hikâyene mutlu bir son armağan edebilirsin. O gün bana yüreğimin götürdüğü yere gitmeyi öğrettiniz.
Yüreğe düşen son cemre ile güvercinleri bulutlardan elbise dikmeye gönderen, hayaller aşılayan, umut veren, mutluluk kokan, körpe dimağları geleceğe hazırlayan ve sevgi tohumları saçan öğretmenin önemini Prof. Dr. Doğan Cücenoğlu’nun şu sözü ile tamamlayalım: “Öğretmen sadece kendi yaşamını inşa etmez; kendisiyle birlikte öğrencilerin ve bir ülkenin de geleceğini inşa eder.” Geleceğimizin mimarı, güzel ülkemizin umudu çocuklarımızı, gençlerimizi hayata hazırlarken mum olmak kolay değildir ışık saçmak için önce yanmak gerek sözünü hatırından hiç çıkarmayandır öğretmen.
İlk tanıştığımızda ne de güzel tanımlamıştınız: Bir tutkudur öğretmenlik. Öğretme sevdasına tutulmuş bir gönlün dur durak bilmeden, yorgunluk nedir düşünmeden, zor ve meşakkatli bu uzun yolda elinde ilim ve irfan meşalesiyle yürürken sabır kalkanını hiçbir zaman indirmeyen kalem erbabı, gönlü ve zihni derya olandır. Prof. Dr. Halil İnalcık “Manalı bir hayat için kendinize uzak, büyük bir gaye koyun. Sonra da onu gerçekleştirmek için çok çalışın. Bir şeye âşık oldunuz mu her şeyi unutursunuz” der. İnsan, aşk ile zamana hükmedebilir. Aklını, ruhunu ve bedenini saran öğretme aşkı ile yaşadığı zamanın sahibidir öğretmen.
Sessizlik karanlıktı ve bu kör edici karanlıkta tek isteğim bir parça ışıktı. Ten kafesine sıkışan ruhumu aydınlatacak ışığımı, kirpiklerime yerleşen tebessümle aradım. Bu çok uzun bir arayıştı bundan ötürü yol arkadaşım umutla, yollarımız ayrılmak üzereyken bir kalem ve bir yaprak kâğıt buldu ikimizi. Kâğıt umuda bulandı, kalem parmak uçlarım ile bütünleşti ve sığınacak ses bulamayan tüm hissiyatım sayfalara doğru akmaya başladı. Yazmak benim yepyeni ve bembeyaz bulutumdu artık. Dudaklarımdan dökülemeyen sözcükler mürekkep lekelerine dönüştükçe sessizliğe kıyasla sese olan tutsaklığımın seninle sona erdiğini anladım öğretmenim.
Akrep ile yelkovan yaşamak için birbirlerine muhtaç olan iki düşmandır. Zaman, onların himayesinde olmasına karşın kısacık bir ateşkes ilan etmeye dahi zamanları yoktur. Akrebin yıpranmışlıklarla dolu eski ordusu karşısında duran yelkovanın, yeniliklerle süslenmiş ordusu her daim galip gelir sessiz savaşlarında. Her galibiyetin ertesinde akrebin ordusu geçmişin dibi görünmez kuyusuna atılır ve onların yerini yelkovanın yorgun savaşçıları doldurur. Zaman, yelkovanın ordusunu sürekli olarak geliştirirken eskilerin hükümdarı akrebin kazanmasına asla müsaade etmez. Bilgiyi aktarmada değişim ve dönüşüme hazır, yeniliğe açık ve yeni şeyler üretme sancısı yaşayan, gücenik bir ses tonu ile eğitimde kıyameti koparma adına bir yaprak kıpırdatabilir miyiz sorusunu her gün kendine sorandır öğretmen.
Metin Özdamarlar hocamızın Yeni Nesil Öğretmen Olmak kitabının sonunda geçen Martin Haberman’ın şu sözü gerçekten çok kıymetli: “Okullar bankalardan daha sağlam inşa edilip daha iyi korunmalı çünkü okullarda büyük biz hazine bulunuyor.” Hazinelerimizin mihmandarlığını üstlenirken öğretmen, ya bir şey yazmalı ya da yazmaya değer bir şey yapmalı.