İnsanların toplu halde, dümeni kırılmış bir gemi gibi nereye gittiğini bilmediği şu zamanda “yol bulmak” mı zor, yoksa kendi yolunu bulmak mı? Hızlı bir tren edasıyla -“hızlı trenlerde eda ne gezer?” dediğinizi duyar gibiyim- akıp giden zamanın vagonlarından geriye doğru şimşek hızında akan silik dünyanın hali açıkçası beni korkutuyor. Bu korku öyle yenilir yutulur türden de değil üstelik. Hızlandırılmış kurslar gibi yaşamaya öyle alıştık ki artık kendi ellerimizle hızlandırdığımız hayatımızı ne yazık ki bir birim olsa bile yavaşlatamıyoruz. Dümensiz gemilerden, durdurulamaz trenlerden bile tehlikeli olan çağımızda kendimiz olabiliyor muyuz? Kendi yolumuzu bulup o yola ölümüne inanıp o yolda yürüyebiliyor muyuz? Yoksa sadece amaçsız diğer canlılar gibi fiziksel ihtiyaçlarımızı giderip, genlerimizi bir sonraki neslimize aktarıp bu dünyadan ayrılmayı mı planlıyoruz?
Amaçsız insanlar topluluğu olduk, olduk diyorum çünkü içinde bulunduğumuz duruma küçük de olsa olumlu bir katkımız olmuyorsa, kendimizi ifade edemiyorsak, insanlığın gittiği bu karanlık dehlizleri, onlara hayal ettiremiyorsak, dinletemiyorsak eğer fikirlerimizi, biz de amaçsız insanlar topluluğunun bir ferdi olmuşuzdur.
Şimdiki genç nesil (nam-ı diğer z kuşağı) ile aramızda olan iletişim farkı bizim zamanımızdaki farktan çok daha fazla. Teknolojik gelişmeler, sosyo-ekonomik ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlarımızı gidermek için harcadığımız zamanın artışı; yerimize geçecek olan nesil ile olan bağlarımızı gün geçtikçe zayıflatıyor. Zamanın hızlandırılmış haline o kadar kaptırmışız ki kendimizi, ellerimizin altından kayıp giden neslin geleceğini hiç düşünemiyor, kim bilir belki de düşünmüyoruz. Amaçsız insanlar topluluğunun bir ferdi olmanın bir gereği de bu değil mi? Kendinden sonraki neslin durumu için tasalanmamak… Sadece kendi çocuğun, kendi torunun için değil, memleketin her köşesindeki gençler için üzülmek, hatta kendi ülkenin gençliği de yeter değil, bütün dünya gençliğinin durumu için dertlenmek gereklidir. Evvela kendi neslimize bu dertlenebilme becerisini vermemiz mi gerekir, yoksa dertlerimizi genç beyinlere onların diliyle aktarmak mı? Şahsen yıllarca birinci seçeneği denemiş biri olarak bunda pek etkili olunmadığını ya da en azından olamadığımı samimi olarak itiraf edebilirim.
Peki, genç nesillere sanatımızın, edebiyatımızın, felsefemizin, teknolojimizin kısacası memleketimizi ayakta tutan ya da tutmasını ümit ettiğimiz bu bilimlerin varlığını, gerekliliğini onları küstürmeden, gücendirmeden onlara nasıl kabul ettirebiliriz? Çocuklarımız her dört yılda bir sınavdan sınava koşarken, bu sınavlara hazırlanırken her gün girdikleri deneme sınavlarının baskısı altında ezilirken, onlara nasıl bahsedeceğiz gelecekte karşımıza çıkacak, bizi zorlayacak durumlardan? Onları nasıl dertlendireceğiz bu kadar dertleri varken? Amaçsız insanlar topluluğunun ferdi olmanın bir gereği de bu değil mi? Çocuğuna kıyamamak…
Sosyal medya uygulamalarında gençliğin çok büyük bir kısmının yaptıkları gerek görsel gerekse de yazınsal paylaşımlara baktıkça onların kanallarına girebilmenin ne kadar zor olduğunu düşünmüyor değilim. Önemli olanın bu teknolojinin bilinçsizce ve sürekli kullanılması değil de bu gibi teknolojik atılımların yapılabilmesi olduğunu, hep eleştirdiğimiz aynı uygulamalardaki yazın diliyle mi onlara aktarmalıyız? Yoksa başka bir dil mi kullanmalıyız? Üzerimize yıllarca serpilmiş ölü toprağından yavaş yavaş mı, birden mi silkinerek kurtulmalıyız? Gençler neredeyse oraya gidip mi açılmalıyız onlara ya da genç neslimizin olmalarını istediğimiz durumlara önce kendimiz ulaşıp örnek olarak mı hissettirmeliyiz olmayan toplumsal hedeflerimizi? Bu sorular kafamda her gün dönüp duruyor. Her halde amaçsız insanlar topluluğunun parçası olmanın bir göstergesi de aşırı kararsız olup harekete geçememek…
Biz kimiz? Neyiz? Ne için hayattayız? Neyi amaçlamalıyız? Kaç amacımız olmalı? Amaçlarımızın büyüklükleri ne olmalı? Amaç için mi yaşamalı yoksa yaşamak için mi bir amaç edinmeliyiz? Yıkılmasından korktuğumuz tabuların korkusunu bir kenara bırakıp bu ve bunun gibi soruları sordurabilsek. Hayatta kayda değer amaç edinmeyi öğrenebilsek ve öğretebilsek. Çocuklarımızla ebeveyn/çocuk rollerini bozmadan onların hayatlarına gerektiğinde bir altın dokunuş yapabilirken, yoldan çıkacaklarını hissettiğimiz anlarda esaretten sönmüş ruhlarını tekrar alevlendirmek için gerektiğinde onların kollarından tutarak, oturmaktan zayıf düşmüş bedenlerini silkeleyip, canlarını acıtma pahasına onları kendilerine getirebilsek. Artık ev veya araba almak dışında ailecek hangi yüklerin altına giriyoruz ki? Keşke bireysel amaçların yanında en küçük ve en değerli kurum olan ailemizde de birlik içinde gerçekleştirebileceğimiz küçük ama değerli amaçlarımız olsa. Ailecek gerçek mutluluk getirecek işler uğrunda “bir” olabilsek. Ailecek gelecekte hatırlanacak mutlu anılar biriktirebilsek.
Söyleyin, ömür denilen bu zamanda hızla kayıp giden trenin içinden dışarıya bakarken hangi amaç uğruna kendinizi tüketiyorsunuz? Yoksa siz de amaçsız insanlar topluluğunun bir ferdi misiniz?
AMAÇSIZ İNSANLAR TOPLULUĞU
Etiketler:
POPÜLER YAZILAR
-
Serdar YAZICI 68768 EL-CEZERİ
-
Osman ATALAY 43747 KANT’IN ÖDEV AHLAKI
-
Lokman BAYNAZOĞLU 36376 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINDA EV ÖDEVLERİNİN YERİ VE DEĞİŞİMİ
-
Kemal AKBAYRAK 29073 BİLSEM NEDİR, NE DEĞİLDİR?
-
Prof. Dr. Firdevs Güneş 19647 ÖDEVİN YARARLARI
-
Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu 18709 TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE MASAL KAVRAMI VE TÜRK MASAL GELENEĞİ ÜZERİNE TESPİTLER
-
Prof. Dr. Gülay Ekici 16889 EV ÖDEVİ
-
Abdullah BAŞ 10217 BAKMADAN GÖREN ADAM: EŞREF ARMAĞAN
-
Dr. Serkan DÜZGÜN 9577 COVİD-19 PANDEMİSİ SÜRECİNDE UZAKTAN EĞİTİM
-
Volkan CİVELEK 9232 TARİH EĞİTİMİNDE AİLENİN ROLÜ
-
Cengiz AZMAN 8920 SINIF YÖNETİMİNİN TEMEL FELSEFESİ
-
Emine BARIŞ 8343 ERKEN ÇOCUKLUKTA HER HİKÂYE BİR STEAM
-
Nuran CEVAHİR KARTAL 8219 ÇOCUK OLMAK
-
Lokman BAYNAZOĞLU 7941 EV ÖDEVİ: BİR ÖĞRETİM EFSANESİ
-
Volkan CİVELEK 7280 SON CEMRE