BALDAN SORULUR ARININ MARİFETİ

Her dal baharı bekler tomurcuk dilinden bir merhaba için doğaya. Cemre düşer yüreğine ağacın, artık dönüş yoktur kışa. Lakin güneşin yüreğe dokunan ilk ısısı olmazsa olmazdır. Baldan sorulur arının da marifeti. Herkes tadını bilir de, aklına gelmez çektiği. Yalnız balı bilenler bilir arıyı da. Balın peteğe ihtiyaç duyduğunu, peteğin bal mumuna… Onu üretmek için de yeterli sıcaklığın oluşması şarttır. Birbirlerine sokularak sağlar o sıcaklığı arılar. 

İşgallerle ve fakirlikle yıllarca cefa çeken Anadolu halkı da cemrenin düşmesini bekliyordu sanki kadını, erkeği, genci, yaşlısı ile birbirine kenetlenerek. İçlerindeki vatan sevgisinin sıcaklığı petek oluşturmuştu da artık bala ihtiyaç vardı. 1920’lerin Anadolu’sunda cepheden cepheye koşan, okuma yazma oranı çok düşük, günden güne dünyanın gerisinde kalan, kadınların erkeklerle eşit sayılmadığı bir toplumun bal üretmesi için tek çare “sanat”tı.  Çünkü sanat, kalabalığı yığın olmaktan çıkarıp toplum haline getiren, insanın kendini ve içinde bulunduğu toplumu sorgulamasını sağlayan, insana sevgi, saygı, empati gibi erdemleri aşılayarak insan olarak doğanı insan yapandı. Atatürk’ün de deyimi ile “topluma can veren hayat damarı” …

Kurtuluş Savaşı’nın toplumun her alanında iliklere işleyen zemherisi yerini bahara bırakırken dönemin yaşattığı zorluklara aldırmadan cumhuriyetin getirdiği yeniliklerle bir sanat düşünürü filizlendi. Muhsin ERTUĞRUL idi adı. 

Ertuğrul; ömrünün yetmiş yılını verdiği sanat hayatının her anını ülke insanının sanat ile bütünleşmesi ve sanatın verdiği incelikle yoğrulması için büyük bir disiplin ile çalışmış, henüz on dokuz yaşında gittiği Almanya’da üç film çekip Sovyetler Birliği’nde Nazım Hikmet ile çalışırken oranın sanat, sinema ve tiyatrosunu incelemiş; Almanca, Rusça ve Fransızcaya vakıf olup kazandığı entelektüel birikim ile yurda döndüğünde bal zamanı gelmişti artık. 

Müşfik Kenter’in tabiri ile “tiyatronun alfabesi” olan Muhsin Ertuğrul, Türk sinemasının kuruluş yıllarında hem senaryo yazmış hem oyuncu olmuş hem de yönetmenlik yapmıştır. Kendisinden sonra gelecek olanlara meşale tutmuş, Türk kadınının sinemada ilk kez rol almasına ön ayak olmuştur. Kendi insanını kültürel alt yapı ile donatma gayesi taşıyan Ertuğrul, sanatı ayıptan arıtıp şerefle kaynaştırarak ve utancı gurura yücelterek o dönem insanının hor baktığı sinema ve tiyatroya değer kazandırmıştır. Döneminde Neyyire Neyir’ler, Feriha Tevfik’ler, Semiha Berksoy’lar beyaz perdede göründükten sonra sanatın büyüsü ile Türk kadınına yepyeni bir imaj kazandırmıştır. Ertuğrul; çocuk tiyatroları ile sanatın tabana yayılmasını, böylece tiyatro terbiyesi alan nesiller yetişmesini hayal etmiştir.  

Salgın hastalıklarla boğuşan ve nüfusunu en azından ilkokul düzeyinde eğitmek gibi amaçları olan bir toplumda tiyatro ve sinemanın temellerini atan usta, yaşadığı dönemde yokluklar içinde mücadele etmeyi başararak toplum içerisinde öncü olmuş; yurdun dört bir yanını tiyatro ile buluşturarak insanlara gördüklerinden farklı yaşamların da olduğunu anlatmış ve onlara vizyon kazandırmıştır. 

Baldan sorulur arının da marifeti. Herkes tadını bilir de, aklına gelmez çektiği. Yalnız balı bilenler bilir arıyı da. Balın değerini bilecek, insan doğanı insan yapan sanata değer verecek nesiller yetiştirmek dileğiyle… 


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı