Rize için bulutların ve dağların şehri diye bir söylem vardır, şehre gelen birinin ilk bakışta dikkatini çekeceği muhtemeldir. Gerçekten de burada yaşayıp doğadan kayıtsız kalabilmek pek mümkün değildir. Şehrin bir doğasevere sunduğu en büyük avantaj istenildiğinde 10 dakika içerisinde şehirden çıkıp orman örtüsüne ulaşılabilmesidir.
Rize yaşantımın 20. Senesindeyim. İlk geldiğim gün burada uzunca seneler kalmak belki planlarımda yoktu ama hikâye şöyle başlıyor, öğrenim hayatımın çoğu Ankara gibi metropol hayatından başka seçenek sunmayan bir şehirden sonra ilk görev yerim olacak Rize’ye atandım. Gelir gelmez yeni bir düzen oluşturmaya çalıştım. Şehre ait yaşam kültürüne adaptasyonu sağlayacak faaliyet arayışları içerisine girdim. Bunu belirlerken coğrafi yapısını dikkate alarak başlatmış olduğum ve daha sonra bir yaşam prensibi olmasına sebep olacak bireysel faaliyetler silsilesi başladı. Zamanla doğada etkinliklerde karşılaştığım rastlantılar sonucu ve nihayetinde arkadaş aracılığı ile şehirde faaliyet gösteren bir STK olan KDRK ile ilk yürüyüş faaliyetime çıktım.
Faaliyetin içeriği, araçlara bir noktaya kadar gidildikten sonra insanlar araçtan inilip liderin daha önce planlamış olduğu rotadan tekrar araçların bulunduğu farklı bir noktaya gelinmek suretiyle gerçekleşmekteydi. Yürüyüş esnasında benim gibi kendine bir hobi oluşturmak isteyenlerin yanında bu işi yaşam stili haline getirmiş insanlar vardı. Farklı meslek guruplarından insanlarla tanışmak, yürümek doğayı ve kendimi keşfetmek adına güzel bir deneyim olmuştu. Zamanla faaliyetler arttı beraberinde deneyimler ve beklentiler geliştikçe gelinen noktada kulübün yöneticisi ve eğitimleri almış bir sporcusu olmuştum.
Kulüp içerisinde öğretmen gözüyle ilk fark ettiğim sportif faaliyetler ve trekking faaliyetlerinin yanında programına koydukları her yıl gerçekleştirilen çocuklar için eğitim kampıydı. Evet, yıllarca eksikliğini hissettiğimiz, eğitim programlarına girmeyen eğitim kampı, orta son ve lise seviyesindeki öğrencilerin kendi okullarındaki beden eğitimi öğretmenlerinin desteğiyle gerçekleştiriliyordu. Kulübümüz sporcularının okullara gidip yaptıkları tanıtımdan sonra kamp tarihi belirleniyordu. Bu programın varlığı, uzun bir süreden beri gerçekleştiriliyor olması, şu sıralar popüler söylemlerden biri olan Finlandiya eğitim sistemi örneği ve şimdilerde bakanlığın attığı adımları düşünürsek o dönem için atılmış başarılı bir eğitim hareketi olarak örnek teşkil ediyor. Tabi ki kulübe sağladığı destek adına ilimizin Gençlik ve Spor Müdürlüğü, belediyesi, esnafları; kampın ulaşım, gıda gibi ihtiyaçlarını karşılamalarını da bu programın gerçekleşmesinde paydaşlar olarak belirtmemiz gerekiyor.
Biraz da bu kampta çocukların gelişimini anlatmak istiyorum. Eğitimciler olarak günümüz çocuklarında gözlemlediğimiz en büyük eksiklilerin başında kendi işini görebilme kabiliyetinin yetersizliği geliyor. Günümüzde anne babalar çocuğun çantasını yerleştirir, yiyeceklerini hazırlar, okula bırakır, okuldan alır, ödevlerini yapar, odasını düzenler ve konforlu bir hayat sunabilmek adına sürekli denetim altında bir yaşantı sunar. 20 yıllık öğretmen olarak her geçen gün dikkatimi çeken durumun öğrenci profillerinde gözle görülür bir şekilde problem çözebilme ve özgüven eksikliğini olduğunu söyleyebilirim.
Biz kamp eğitiminde ailesinden bağımsız olarak kendi işini kendi görmek zorunda kaldığı bir ortam sunuyoruz. Sabah kalkışı, çantasını çadırını bir düzene sokması, yemek sırasına girmesi, istediği değil de kendisine sunulan yemeği yemesi, tabağını çatalını yıkaması, yemek sırasına girmesi, sıranın kendine gelmesini beklemesi ki bununla beraber Açıkalın hocamızın özellikle eksikliğini vurguladığı gibi sabretmeyi öğrenmesi, kendi başına birey olabilme adına bir davranış gelişimi paketini sunmaktayız. Kampta çocuklar nispeten onlara sunulan rahat ortamdan uzaktadırlar, yeri gelir açlık hissederler belki rahat bir uyku ortamı bulamazlar fakat ileriki günlerde bu duruma alışma sürecine doğru ilerlerler. Çocuklar belki de kısıtlı yiyeceğini paylaşır, yeni tanıştığı arkadaşıyla yardımlaşma çalışma içine girer. Aynı zamanda programdaki dağcılık eğitiminin alt dallarından tırmanış, düğüm atma, malzeme tanıma, yürüyüş, çevre bilinci, ilk yardım, doğada kalma derslerinin çocuğun pedagojik ve motor gelişimine katkısının büyük olduğu söylenebilir. Anne babaların ve öğretmenlerin öğrenci hakkındaki değişimlerini duymak bizim için keyif verici bir durum oluyor.
“Yaptığını yapmaya devam et, yapmayı öğren, taklit et, kendini tanı, doğanın seyri budur.”
Aslında bu doğa ile eğitimi birleştirme işine çok da yabancı değiliz. Baden POWELL adında bir İngiliz, kardeşi ile sahilleri keşif için tekne ile geziye çıkarlar, sırt çantalarına malzemelerini koyarak arazide yürüyüşler yaparlardı. Katıldığı savaşta yerli gençleri etkin olarak kullandı ve başarı sağladı. Bunun üzerine İngiltere'ye döndüğünde gençlerin spordan başka vakit geçirecek fazla bir şeyleri olmadığını gördü. Güney Afrika'da öğrendiklerini hatırladı ve bu becerilerini gençlere öğretmeye karar verdi. Türkiye de ise Kemal Sunal filmlerinden hatırladığımız izcilik eğitimini o dönem layıkıyla yapan hocaların katkısıyla gençlerimizin becerileri gelişimine yön veren güzel bir çalışmaydı. Zamanla soru çözmenin, bolca kaynak bitirmenin eğitim hayatımızın en önemli bir boyutu olduğu mecburiyetiyle sonuçlanan test mantığına dayalı eğitim anlayışları gündemimizi oluşturdu. Böylece izciliğin ve sağlamaya çalıştığı kavramların zamanla tarihe karıştığını veya karışmaya doğru gittiğine üzülerek şahit oluyoruz.
Biz STK olarak insanı(çocuğu) doğayla barışık hale getirmek adına üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz. Sadece bizim çalışmamız tabi ki yetersiz kalır. Öncelikle devletin eğitim politikasının bu yönde belirleyici olması gerekir. Milli eğitim bakanlığı bu amaçla müfredatta düzenlemeler yapıyor. Örneğin öğretmenlere bu amaçla doğa yürüyüş lideri eğitimleri verildi fakat geri kalan görev artık öğretmene de düşüyor. Spor bakanlığı da fiziksel şartlarıyla projeleriyle yeni girişimlerde bulunmakta, örneğin doğa eğitimlerinin kamplarının yapılacağı gençlik kamplarını yaygın hale getirmeye çalışmaktadır. Bu kampları ilk olarak okul idarecileri ve öğretmenlerin sene başında yapmış oldukları toplantıların içeriğine ekleyerek bu kampları kullanmaya yönelik kararlar alınması da son derece önemlidir.
Pek çoğumuz çocukluğumuzda sokakta açık havada saatlerce oynadığımız günleri hatırlarız. Bisiklete biner, ağaçlara tırmanır, arka bahçede çukurlar kazar, bulduğumuz taş, kozalak, çer çöpü biriktirir, onlardan yeni şeyler yapardık. Bahçedeki tomurcukları, yabani otları, böcekleri incelerdik. Sabahtan akşama kadar biri bizi eve çağırana kadar kaygısızca, dertsiz tasasız oynayan çocuklardık. Mutlu Çocuklar…
Yapılan bir araştırmada düzenli olarak açık havada oynama şansı verilen çocukların sadece fiziksel açıdan gelişmediklerini aynı zamanda hayal güçleri daha kuvvetli, daha yaratıcı ve işbirliğine daha yatkın çocuklar olduklarını ifade ediyorlar. Açık havada, doğada düzenli olarak zaman geçiren çocuklar stressiz ve dikkat süreleri daha uzun çocuklar olarak derslerinde de başarılı olacaklardır.
Biz ebeveynler çocuklarımızın doğada vakit geçirmeleri için hafta sonu kurslarına vakit ayırdığımız gibi gezilere de vakit ayırmamız gerekiyor. Özellikle 1 yılı aşkın süren pandemi döneminin zorunlu tuttuğu eğitim modeli öğrencilerde hareketsizlik, sosyalleşememe, vaktini ekrana bakarak geçirme gibi ilerde kötü bir alışkanlığa neden olacak davranış biçimleri geliştirdi. Vaka sayıları düştü ve aşılanmanın yaygınlaşmasıyla bir aksilik olmasa önümüzdeki dönem eğitim öğretim yüz yüze yapılacaktır. Biz öğretmenlerin ilk önceliği akademik çalışmaların yanında fiziksel gelişimleri sağlayacak etkinliklere ağırlık vermek olacaktır. Bunu özellikle doğa gezileriyle sağlamaya da daha bir önem vermek gerekiyor.
Biz de bu sürece destek sağlamak amacıyla gerçekleştirdiğimiz eğitim kampına ek olarak çocukların aileleriyle birlikte gerçekleştireceği günü birlik ve kamplı faaliyetler düzenlemeyi amaçlıyoruz. Bu konuda ailelerin desteğine ihtiyacımız olacak. Zaman içerisinde okul müdürlüklerinin de dikkatini çekerek öğrenmekten zevk alan, heyecan duyan, meraklı, araştırmacı, gözlem yapan, çözümler üretebilen, doğa zekâsı ve diğer tüm zekâ alanlarını aktif şekilde kullanabilen bireyler için çalışmamız gerekiyor. Daha sağlıklı, yaratıcı, stressiz, mutlu, çevre ve doğaya önem veren çocuklar yetiştirebilmek için anne ve babaların çocukları doğayla buluşturması ve doğayla bağ kurmalarını sağlamaları gerekmektedir.
Biz kulüp olarak bu konuda her zaman varız ve elimizden geldiğince programların içine çocuklarımızı da alıp etkinlikler yapmaya devam edeceğiz. Haydi, çocuğunuzu alın gelin birlikte yürüyelim...
“ İçerde hiç çocuk kalmasın, onları açık havaya çıkarın, hem de bugün şimdi”.
EĞİTİM, DOĞA VE ÇOCUK
Etiketler:
POPÜLER YAZILAR
-
Serdar YAZICI 69051 EL-CEZERİ
-
Osman ATALAY 43830 KANT’IN ÖDEV AHLAKI
-
Lokman BAYNAZOĞLU 36453 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINDA EV ÖDEVLERİNİN YERİ VE DEĞİŞİMİ
-
Kemal AKBAYRAK 29455 BİLSEM NEDİR, NE DEĞİLDİR?
-
Prof. Dr. Firdevs Güneş 19684 ÖDEVİN YARARLARI
-
Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu 18747 TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE MASAL KAVRAMI VE TÜRK MASAL GELENEĞİ ÜZERİNE TESPİTLER
-
Prof. Dr. Gülay Ekici 17003 EV ÖDEVİ
-
Abdullah BAŞ 10244 BAKMADAN GÖREN ADAM: EŞREF ARMAĞAN
-
Dr. Serkan DÜZGÜN 9598 COVİD-19 PANDEMİSİ SÜRECİNDE UZAKTAN EĞİTİM
-
Volkan CİVELEK 9237 TARİH EĞİTİMİNDE AİLENİN ROLÜ
-
Cengiz AZMAN 8972 SINIF YÖNETİMİNİN TEMEL FELSEFESİ
-
Emine BARIŞ 8349 ERKEN ÇOCUKLUKTA HER HİKÂYE BİR STEAM
-
Nuran CEVAHİR KARTAL 8249 ÇOCUK OLMAK
-
Lokman BAYNAZOĞLU 7944 EV ÖDEVİ: BİR ÖĞRETİM EFSANESİ
-
Volkan CİVELEK 7283 SON CEMRE