TOPLUMSAL TABULAR EŞLİĞİNDE DÜŞSEL VE DUYGUSAL KARMAŞA

7 milyar 837 milyon insanı bünyesinde barındıran bir gezegende insan nasıl yalnız hissedebilir? 
 Asırlardır arıyordu cevabını, bu soruyu sormadan. Ne aradığını bilmeden nasıl bulabilirdi. Ya da buldu diyelim bulduğunu nasıl anlayabilirdi. Hali hazırda ne aradığını bilmiyordu bulsa bilirdi belki fakat buna ne lüzum vardı? Anlamamak, hatalı anlamaktan daha anlamlı değil miydi? Öyleydi elbet... Yahut arayışlarına cevap bulamama korkusuna kapılıp merakını kapı dışarı ederdi. Ötelerdi sorularını hep gelecek pazartesiye, ayın birine. Adeta bir diyetten ve bir programa başlamaktan çekinir gibi. Mantığı bir türlü girmezdi devreye. 
"Ömür çatlamış bir bardaktan akan suya benzer; içsen de tükenir içmesen de" Neyzen Tevfik'e ait olan bu sözü bio'suna, twitter, instagram hatta tumblr hesabına yazmasına rağmen kavrayamaz. Ertelemeye devam eder. Kendi içine yönelmekten kaçtığını bilmez. Ya da bulması ihtimal cevapların dünyaya yönelik kapitalist zevklerinin önüne geçeceğinden korkardı. Aslına bakarsanız soru sorduğu zamanlar iyidir, cevabını aramasa da. Öyle anlar gelir ki soru sormaya mecali kalmaz. Bazen zaman bile bulamaz. Öyle ya çok yoğundur, yorgundur. 
Bu dünya yorar, yıpratır. Durumunun bu kadar vasat durduğuna bakmayın, yorgunluğunun altında pembe/mavi bulutlar saklar. Çünkü popüler kültür pozitif özdeyişleri de sokar gözlerine. Beklemekten yorgun düşmüş çehresine bakmaktan da kaçınırdı insan. Aslını yansıtmadığından aynaları da sevemezdi. Beyni, ideoloji zannettiği ordan,burdan topladığı fikirlerle adeta  turşu tadında mor lahana salatası kadar karışık, çikolata soslu lahmacun kadar saçmaydı. Acziyetini kabullenmez, güçsüzlüğünü büyük bir telaşla reddederdi. Çaresizliğinin bile farkında olamazdı bazen, farkındalığın farkında olamayan insan. Demiştim ya içine yönelmekten, kalbini dinlemekten korkardı. Bir kalbi vardı muhakkak! Kan pompaladığını, bir an durmaksızın attığını bilirdi nabzında. Fakat onun yalnızca bir organdan ibaret olmadığını kavrayamazdı. Belki de duygularının esiri olmaktan korkardı. Çünkü duygusal bakmak, davranmak ve düşünmenin  zayıflık olduğu düşünülen öğretilerle büyütülmüştü. Kalbinin hızla çarptığı anlar nadirdi. Yaşamayı iliklerine kadar hissettiği anlar daha da az. Çok yakını olmak şartıyla yalnızca cenaze törenlerinde birkaç damla gözyaşı dökerdi. Yalnızca onu sevdiğini söyleyeni,  toplumda onu öveni ve iyi günlerinde yanında olan insan müsveddelerini önemserdi. Dostluğun, sevginin, arkadaşlığın ve aşkın insanların birbirine emek vererek kurdukları bağlar olduğunu bilmezdi. Küçük hataları yüze vurmayı severdi. Adaletini "kimseye eyvallahım yok!" mantalitesi üzerine inşa ederdi. Kendinden önce var olan insanların kurduğu dünya düzenine ayak uyduramayıp şikayet eder fakat kendi dünyasının monoton ve tekdüze yaşantısını değiştirmeye emek harcamazdı. Sokağının temiz olabilmesi için önce kendi kapısının önünü süpürmesi gerektiğini bilirdi fakat bunu yapmak yerine belediyenin sorumsuzluğundan şikayet ederdi. 
- Parasıyla değil mi? Boşuna mı vergi ödüyorum elbette yapacak.
Pazar günleri parkları mangal ocağına çevirip, yediği kuruyemişlerin kabuklarını çimlere atardı. Tüm doğal kaynakları bir günde tüketme zorunluluğu içerisindeymiş gibi hunharca kullanırdı. Kendisinden sonraki nesli düşünemez ama kendinden önce gelen insanların bıraktığı çöplerden epey rahatsız olurdu. Ara sıra bir durur anlar bir şeyleri doğru yapmadığını fark eder gibi olurdu ama sonra yine kendi karanlığına dönerdi. Tekrar tekrar izlediği dracula dizisinden fırlamış bir vampir edasıyla düşsel ve duygusal karanlığının ardındaki güneşlerin ışığını göremezdi.


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı