Kimilerine göre çok gerekli, kimilerine göre çok sıkıcı bir eylem: Kitap okuma.
Büyüklerimizden ve öğretmenlerimizden sıkça duyarız ''Kitap okuyun!'' cümlesini. Niye bu kadar vurgulanıyor bu okuma? Neden bu kadar önemli? Ya da niye bu kadar sıkıcı görülüyor? Bugün sizlere bu konuyu dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
İlk olarak kitabın neden sıkıcı görüldüğüne değinmekle başlayalım. Eğitimci olarak bu konuyu ele aldığımızda, kitaba mesafeli duran kişilerin çocukluğundan itibaren kitap okuyan bir rol modelinin olmadığını görebiliyoruz ya da evinde küçük de olsa bir kütüphanesinin bulunmadığını. Çocukluk çağından itibaren evinde kitap bulunmayan bir insan, doğal olarak okumayı bir ihtiyaç olarak görmeyecek ve ona alışmakta zorlanacaktır. Bu konuda çocuğun kitapla buluşmasında ilk görev, ebeveyne düşüyor. Kendi okumayan ebeveyn, çocuğa ne kadar söylese de pek etkili olmaz. Unutmayın, çocuklar ebeveynlerinin en sevecen gözlemcileridir.
Çocuğun okumaya alışmasında bir diğer görev de öğretmenlerimize düşüyor. Burada biz öğretmenlerin olumlu etki yaratacağını düşünerek verdiğimiz, ''kitap okuyun komutu'' okumaya alışmamış bir öğrenci için tam bir zulüm olabiliyor. O yüzden sadece ''kitap okuyun'' demek yerine ''kitap okumayı daha eğlenceli hale nasıl getirebilirim?'' sorusu üzerinde düşünmek gerekir. Kitap okumayı bir zulüm olarak görmeyen, her kitabın farklı bir hayal dünyası olduğunu fark eden çocuk, okumak için başkasının ''oku!'' demesine gerek duymayıp, süreç içinde okumaya alışacaktır.
Gelelim kitap okumanın faydalarına ve önemine…
İlk olarak, gördüğümüz bireysel faydalarından başlayalım. Kitap okuyan insanların, kelime hazneleri ve konuştukları dile hakimiyeti, kendini ifade becerileri, okumayanlara oranla daha fazla. Aynı zamanda okuduğunu anlama, yorumlama becerileri daha gelişmiş. Aynı zamanda okumanın yanında yazma kabiliyetleri de gelişebiliyor. Bu duruma gündelik hayatımızda çokça şahit oluyoruz. Bu gibi bireysel faydaları siz de arttırabilirsiniz.
Kitap okumanın tarihi toplumsal faydaları da hiç az değil!
İnsanoğlunun tarihi sürecine baktığımızda günümüze kadar üç büyük devrimden geçilmiştir. Bu devrimler, Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi ve Bilgi, İletişim Devrimi. Yani günümüzde ''Bilgi ve İletişim Çağı'' içerisindeyiz. Bu çağda insanoğlu tabiri caizse ''bilgi bombardımanı'' altında… Bu kadar bilginin olduğu yerde, doğal olarak bilgi kirliliği de söz konusu. Doğru bilgiyi, yanlıştan ayırma işinde nispeten daha güvenilir dostlarımız kitaplardır. O yüzden onlara başvurmak yolumuzu aydınlatabilir.
Geçmişte Avrupa'nın yolunu aydınlattığı gibi.
Şunu unutmayalım ki; Avrupa'da Rönesans'ın temelinde kitaba duyulan ilgi ve matbaa yatıyordu.
Örnekleri çoğaltacak olursak, okuyan toplumlar ile okumayan toplumların kıyaslaması yapıldığında kitap okumanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Dünya üzerinde kitaba ve eğitime değil daha çok silaha yatırım yapan Orta Doğu ülkelerinin halini görüyoruz.
''Kitabın olmadığı, aklın kullanılmadığı yerde kan akıyor!
Şimdi gelelim yakın zamandaki kitap okuma verilerine;
2019 'da yayımlanan ''Dünya Kültürü Puan Endeksi'' verilerine göre dünyada en çok kitap okunan on ülke sıralamasında başta Hindistan olmak üzere altı Asya ülkesi var. Özellikle Asya ülkelerinin son yıllarda atağa kalktığını Çin, Hindistan gibi ülkelerin geleceğin süper gücü olarak görüldüğünü düşünürsek bu oranlar tesadüf olmasa gerek.
Peki Türkiye bu işin neresinde?
Türkiye'de verileri göz önüne aldığımızda, 2011 yılında yayımlanan Türkiye Okuma Kültürü Haritasına göre günlük sadece 7 dakikamızı kitap okumaya ayırıyoruz. Yine aynı araştırmaya göre nüfusumuzun sadece %10'u düzenli okuma alışkanlığına sahip. 2017 yılı UNESCO verilerine göre Türkiye kitap okuma oranları açısından dünyada 86. sırada. 2019 da yapılan Türkiye Okuma Kültürü Araştırmasına göre son 11 yılda okuma oranlarının yüzde 12 arttığını (%30 'dan %42 ye) düşünürsek Türkiye'nin bu yolda az da olsa yol aldığını görüyoruz. Buna rağmen okuma alışkanlığı üzerine daha çok çalışmamız gerekiyor. Öyle değil mi?