“Sonra Rusya'da dahili ihtilal esirlerin başı boş kalması, oradan kaçış istasyon şefinin yardımları. Sibirya'da hem beşeri hem de iklim münasebetleri... Kaçarken Kazan’a geliş. Stalingrad’a geçiş. Burada iç harbin dehşetini ve tehlikelerini orada yaşamak... İslam cemiyetleri... Volga'dan aşağı Astrahan’a iniş Astrahan’da hemşehriler ve dükkanları... Çingene obasına giriş onlarla ortak yaşam ve beraberinde yurda dönme hazırlığı... Acem pasaportu ile Bakü’ye geçiş... Bakü'den Türk kesimine geçiş... Nuri ve Halil paşalar... Onların birliklerinde askerlik yapmak veya yapmamak...”
Bugün bu topraklarda hür yaşamayabilmemizi borçlu olduğumuz şehitlerimizi değişik vesilerle anarak vefa borcumuzu dile getiririz. Hepsine birden “şehitlik” payesi verildiği için tek tek adlarını sanlarını da bilmeyiz, hatırlamayız. Oysa gaziler, unutulmaya daha müsaittirler sanki. Çünkü bizim gibi hayata devam ederek, bizim gibi vefat ederler.
İrfanoğlu İsmail Efendi, unutulmaması gereken gazilerden biri. Zira Sarıkamış’a giden, oradan sağ kurtulan, beş yıl esaret sürerek oradan kaçıp yurduna dönmeyi başaran kaç gazi vardır ki? Nadirattan bir şahsiyet. Fakat nadirattan olması biraz da hatıratının bize ulaşabilmesiyle ilgili. Hatıratının her aşaması çok kıymetli bilgileri ve gözlemleri içeriyor.
İmparatorluğun son yıllarında dünyaya gelen Çayeli Beyazsu Köyü’nden İrfanoğlu İsmail Efendi, İstanbul'da medrese tahsili görmüş bir molla olarak ilmiyeden olmanın imtiyazını kullanarak askerlikten muaf olur. Balkan harplerine katılmaz. Ticaretle uğraşan İsmail Efendi'nin maddi durumu iyidir. Kardeşi Ahmet, I. Dünya Savaşı'na gitmiştir. Fakat kendisi gene muafiyeti kullanır. Ama ani bir şekilde eşi ve iki çocuğu vefat eder. Bunu Allah'ın bir ikazı olduğunu düşünen İrfanoğlu İsmail Efendi gönüllü olarak Rize askerlik şubesine başvurur ve 33 yaşında Kafkas Cephesine götürülmek üzere askere alınır.
Buradan sonra hayatının her karesi bir belgesele konu olabilecek olan İsmail Efendi, bölgeden askere toplanan uşaklarla birlikte yürüyerek Erzincan’a gider. Oradan Sarıkamış’a intikal ederler ve Bardız Muharebesinde kolordu şehit olmasına rağmen çok az sayıdaki askerle birlikte yara almadan kurtulurlar. Yirmi altı gün Sarıkamış Yaylalarındaki ormanlarda Ruslara yakalanmadan gezerler. Ruslara yakalandıktan sonra da demiryoluyla 46 gün süren bir yolculukla Rusya’nın doğusunda Büyük Okyanus kıyısındaki Vladivostak’taki esir kampına gönderilirler.
Esir kampında Müslüman esirlere imamlık yapan İsmail Efendi’nin farklı insanlara, milletlere ve inançlara karşı ufku çok genişler. Burada Rusça öğrenir, bürokratik makamlarla iyi ilişkiler kurar. Doktorlarla otopsiye girip tıbbi metotlar öğrenir. Parası olmadığı için çocuğunun cenazesi kilise tarafından kaldırılmayan bir kadına yardım ederek, çocuğunu İslami usullere göre defneder. Kamp yıllarında, 1890’da Japonya ziyareti dönüşünde batan Ertuğrul Gemisinde öldüğü zannedilen eniştesi ile karşılaşır. Hayat tecrübesi ve dünyaya bakışı iyice kemale eren İsmail Efendi, “buradan sağ kurtulursam memleketime dönünce hiçbir ücret almadan imamlık yapacağım ve sıhhiye hizmeti vereceğim” diye Rabbine söz verir.
Kurduğu ilişkiler sayesinde Vladivostok’tan tren yoluyla kaçan İsmail Efendi’nin seyahati, dönemin Çarlık Rusyası ile Bolşevik İhtilali geçişinin sancılarına da Orta Asya Türklerinin dertlerine de şahitlikle geçer. Stalingrad’ta Bolşeviklere yakalanır, ama esir olduğunu ispatlayarak kurtulur. Çünkü Bolşevikler savaştan Çarı sorumlu tutmaktadırlar. Bakü-Tiflis yoluyla Batum’a gelen İsmail Efendi, burada Sarıkamış ve Vladivostok’ta kader arkadaşı ve hemşehrisi Kibaroğlu Nazım’la karşılaşır. Birbirlerine verdikleri bir söz vardır: “Hayatta birbirimize hiç döneklik yapmayacağız.” Kaçış planı yaparak göze çarpmamak için ayrı ayrı Çayeli’ye dönerler.
1920’de Çayeli’ye döndükten sonra, köyüne yerleşen İrfanoğlu İsmail Efendi, gene ticarete başlar. Kırkından sonra evlenir ve yeniden çocukları olur. Devletsizlik denilen durumun en ağırına şahit olduğundan vatanı ve devleti en mukaddes değerlerden bilir. Kuvayi Milliye’ye lehine çalışır. Yeni Türk Devletine gönülden bağlıdır. Rabbine verdiği sözü tutarak 30 yıl fahri imamlık yapar ve yöre insanına ücretsiz sıhhıye hizmeti verir. Kibaroğlu Nazım’la da durumu sözleştikleri gibi olur. 1961’in Ocağında birer gün arayla vefat ederler ve cenazeleri birlikte kılınır.
Belgesellere veya dizilere konu olabilecek bu hayatı tanımamıza vesile olan İsmail Efendi’nin esaretten dönüşünden sonra dünyaya gelen oğlu Ahmet Rıza İrfanoğlu’dur. İsmail Efendi, oğlu Ahmet Rıza’yı yanından hiç ayırmaz, köy odalarında ve kış gecelerinde defalarca anlattığı hatıratını, medrese usulüyle adeta Ahmet Rıza’nın dimağına kazır. Günümüzde İstanbul’da yaşayan Ahmet Rıza Amca sayesinde Osmanlı son döneminin sosyo-ekonomik hayatı, savaş ve esaret yılları ve yeni cumhuriyetin ilk yıllarını ilmiye kökenli birinin gözünden öğrenmek imkânı buluyoruz.
Not: İrfanoğlu İsmail Efendi’nin gözünden birkaç döneme birden şahit olmak için, Dergâh Yayınları, Çayeli Beyazsu Köyünden İrfanoğlu İsmail Efendi’nin Hatıraları adlı kitabı edinebilirsiniz.