“Soğuğunu tecrübe etmesem, binmiş olduğum taksinin camından izlediğim karlar altındaki şehrin kelimenin tam anlamıyla efsanevi göründüğünü söyleyebilirdim. Genellikle Amerikan tipli tek veya iki katlı, bahçeli evler sıralı bir şekilde konumlanmış, caddeler çok temiz ve inanılmayacak kadar düzenliydi. Bu kadar çok kar yağmasına rağmen yollar açıktı. Geçtiğimiz sokaklardaki marketler, kafeler, berber dükkanları ve hatta oyuncakçılar bile lüks bir görünümden uzak, şaşırılacak kadar sıradan görünüyordu. Hemen hemen her sokakta bir park ve o parklardaki banklarda yatan evsiz insanlara rastlamak mümkündü. Ayrıca Toronto’da Noel zamanına denk gelmiştim! Sokaklar cıvıl cıvıldı. İnsanlar evlerinin bahçelerini ışıklandırmışlar, renkli geyikler, kızaklar ve Noel baba gibi klasik Noel figürlerinin envaiçeşit heykelleriyle donatmışlardı. Şehir bu şekilde devasa bir balo salonunu andırıyordu. Şehrin insanları benim biraz önce soğuğa verdiğim tepkiye kıyasla oldukça rahat görünüyorlardı. El ele salınan çiftler, kulaklığını takıp dalgın dalgın yürüyen gençler ve hatta bebek arabalarıyla koyu bir sohbetin ortasında olan anne grupları bile oraya buraya koşuşturmuyorlar, sıradan bir günün akşamını yaşıyor gibiydiler. Gülümsedim.”
10 Aralık, 2016
Toronto’ya indiğim ilk gün, böyle yazmışım günlüğüme. Kanada’nın güneyinde, ABD sınırıyla arasına Niagara’yı alan bu şehrin gelecekteki evim olacağından habersizce.
Bir bireyin kimliğini oluşturan şeylerin başında gelen dil, inanç, kültür, cinsiyet gibi faktörlerin herhangi bir baskıya maruz bırakılmaksızın özgürce yaşandığı bir şehirdir Toronto gözümde. Burada yaşamak için kendilik anlayışından fedakârlık yapmak zorunda kalmadığın, daha karmaşık kimliklerin de evidir. 180’den fazla dile ev sahipliği yaptığındandır ki biz göçmenlerin sık sık “evden uzaktaki ev” olarak tanımladığı, doğduğu değil ama doymak için umut dolduğu yerdir. Hem kendi içinize hem de başka kültürlere yapacağınız mecburi yolculuğunuzun adıdır. Keşfe zorlar, merak uyandırır, nefes aldırır.
İşe gitmek için uyandığınız bir sabah Yunan mahallesinden geçerken alacağınız bir dilim Spanakopita (Yunan ıspanaklı böreği) kahvaltı için yetmezse, öğle vakti Kore mahallesindeki bir restoranda yiyebileceğiniz Bibimbap’ın (Kore’ye özgü bir çeşit sebze yemeği) hayalini kurabilirsiniz. İş çıkışı arkadaşlarınızla bir İrlanda barında buluşup birkaç gün sonra gerçekleşecek Karayip Festivali hakkında konuşabilirsiniz. Bir pazar günü Katolik bir arkadaşınızın daveti üzerine kilisesini ziyaret edebilir, bir sonraki hafta gününüzü bir Hindu tapınağında geçirebilirsiniz. Toronto’da bir gün dünyayı üç kez tur atmakla eş, eğer gönüllüyseniz kazanacağınız deneyimler beleş.
Yazın şehirdeki 10 milyon ağaç arasında, 1600 parktan birinde ve bazen de karşıma ansızın çıkan kuytu bir ormanda sincaplarla yürüyüş yaparken; kışınsa şehirdeki 100 kütüphaneden birinde vakit geçirirken bulursunuz beni. Bunların hepsi nüfusu 3 milyona dayanmış Toronto’da insanlardan sıkıldığınızda, içe yolculuk yapmanın ya da doğayla bütünleşmenin vaktinin geldiğini hissettiğinizde şehir dışına çıkmaksızın yapmak isteyebileceğiniz türden şeylerdir. Kısacası eğer güvenirseniz, Toronto sizi etrafınızda insanlar olmasa da geliştirir, zamanla değiştirir.
Şehir, bohçasındakileri dökmeye hazırdır. Farklı kültürlerden, farklı dillerden, farklı coğrafyalardan gelsek de aynı zamanda ne kadar benzer olduğumuzu itinayla gösterir. O, bu, şu değil yalnızca “insan” olan yanımızı ortaya çıkarır, altını çizer. Yapamayanı bünyesine kabul etmez, kusar. Eğer siz de sıkça, öteki dünyalara ait gibi görünen kültürleri, inançları, dilleri merak ediyorsanız ve buraya önyargı ceketinizi çıkarıp çıplak gelmeye hazırsanız Toronto sizi büyük bir cömertlikle karşılar, bağrına basar, sizi ev sahibi yapar.