Tuvana Gülcan
Saint Benoît Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra, sırasıyla Galatasaray Üniversitesi’nde lisans, İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans, Académie Européenne de Théorie du Droit’da ikinci yüksek lisans yaptı, Universitaet des Saarlandes’te doktora çerçevesinde hukuk okudu. Uzun yıllar Almanya’da yaşadı. 2011’den beri İstanbul ve Almanya arasında gidip geliyor. Avukatlık ve akademik etkinliklerini Almanya’da sürdürüp Türkiye’de yalnızca çeviriyle (ağırlıklı olarak çocuk edebiyatı), yazdıklarıyla ve çocuklarla uğraşıyor.
Bir zamanlar, çiftçi bir çiftin bir oğlu varmış. Pek aylak, pek aklı bir karış havada bir delikanlıymış bu. Günlerden bir gün annesinin canına tak etmiş, oğlanın babasına “Oğlanın bu tembellikle çiftçi olamayacağı ortada, eli iş tutmuyor. Bir yolunu bul da bari kafasını kullanmayı öğrensin,” diye çıkışmış.
Çiftçi önce hiç oralı olmamış ama karısı üstelemiş durmuş. Sonunda bir gün çiftçi oğlunu yanına almış, oğluna meslek öğretecek bir usta bulmak için yola koyulmuş. Susadıkları bir anda karşılarına bir su kaynağı çıkmış, eğilip kana kana su içmişler.
“Ah, su ne kadar iyi geldi,” diye derin bir iç geçirmiş ferahlayan çiftçi.
O anda aniden kaynaktan bir iblis fırlamış, çiftçiyle oğlunun gözlerinin önünde insan suretine bürünmüş.
“Ademoğlu, bir derdin bir muradın var mı?” diye sormuş iblis.
Çiftçi oğlundan dert yanmış, muradını anlatmış.
“Oğlunu bana ver,” demiş iblis, “yanımda kalsın. Onu eğitirim. Bir yıl sonra bugün gel, eğer onu tanıyabilirsen, alırsın, yok tanıyamazsan, benim yanımda kalır.”
İblisin yanına aldığı başka çocuklar da varmış. Bir yılda o kadar değişmişler ki, anne babaları onları bir daha tanıyamamış. Ama çiftçi bunu nereden bilsin, iblisin teklifini kabul etmiş, oğlunu onun yanında bırakmış ve evinin yolunu tutmuş.
Bir yıl sonra aynı gün çiftçi oğlunu almaya gitmiş. İblis o anda orada değilmiş ve avluda bir sürü oğlan varmış. Çiftçi bakmış, bakmış ama oğlunu çıkaramamış. Ama oğlu babasını tanımış ve onu görür görmez karşısına çıkmış.
“Ustamız şimdi gelir, beni iyi dinle,” demiş oğlan. “Usta hepimizi güvercine dönüştürecek ve uçmamızı emredecek. Uçarken en önde olacağım, dönerken de en arkada. Usta sana hangi güvercinin oğlun olduğunu sorduğunda, en arkadaki dersin.”
Çiftçi bir sevinmiş, bir sevinmiş. Sabırsızlıkla iblisi beklemiş. İblis bir süre sonra geri dönmüş, öğrencilerini yanına çağırmış, hepsini güvercine çevirip uçurmuş. Çiftçinin oğlu geri dönerlerken gerçekten de en arkada kalmış.
“Söyle bakalım, hangi güvercin senin oğlun?” diye sormuş Usta. Çiftçi “en arkadakidir,” demiş. İblis öfkeden küplere binmiş. Neler döndüğünü hemen tahmin etmiş etmesine ama çaresiz çiftçiye oğlunu geri vermiş.
Baba oğul eve dönüş yoluna koyulmuşlar. Yolda av partisi yapan asillerle karşılaşmışlar. Önlerinden peşinde onu bir türlü yakalayamayan av köpekleri olan bir tavşan geçmiş.
“Baba,” demiş delikanlı, “sen şu çalılığa git ve bir tavşan yakala, ben de kendimi bir köpeğe dönüştürüp şu asillerin gözü önünde onu yakalayacağım. Hemen sana koşup köpeği satın almak isteyeceklerdir, naz yap, beni olabildiğince pahalıya sat. Sonra yeniden kendim olup seni bulacağım,” demiş.
Aynen söyledikleri gibi yapmışlar. Baba çalılığa gitmiş, bir tavşan yakalamış, oğlu kendini bir av köpeğine çevirmiş, tavşanın peşinden koşmuş ve asillerin gözü önünde tavşanı yakalamış.
Asiller tabii ki köpeği almak istemişler, çiftçiye gelmişler, av köpeğini satması için ısrar etmişler. Çiftçi önce satmak istemiyormuş gibi yapmış, ama verdikleri para artınca nihayet satmış, parayı cebine koymuş, köpeği vermiş. Asiller köpeği bir iple bağlayıp götürmüşler. Çok geçmeden bir çalılıkta tavşan görmüşler, az önce satın aldıkları köpeği peşine salmışlar. Köpek uzun kulağı bayağı bir kovalamış, o kadar ki avcılar onu gözden kaybetmişler, o zaman kendini dönüştürmüş ve babasının yanına koşmuş.
Baba oğul yeniden yola koyulmuş, bir süre gittikten sonra kazandıkları para gözlerine az görünmüş. “Daha fazlasını kazanabiliriz,” demiş oğul babasına.
Gerçekten de bir süre sonra sülün avına çıkmış asillerle karşılaşmışlar. Şahinlerini sülünlerin peşine salıyorlarmış, ama nafile. Oğul hemen kendini bir şahine çevirmiş ve havada bir sülünü yakalayıvermiş.
Asiller hayranlıktan deliye dönmüşler, şahin o kadar hoşlarına gitmiş ki, çiftçiyle pazarlığa oturmuşlar. Çiftçi şahini ucuza bırakmamış, parayı cebe attığı gibi yola koyulmuş. Avcılar yeni şahinlerini hemen denemek istemişler ve şahini gördükleri ilk sülünün peşinden serbest bırakmışlar. Şahin sülünü bir süre kovalamış, gözden kaybolunca kendini dönüştürmüş ve babasının yanına koşmuş.
Artık bayağı paraları varmış ama oğlana yine de az geliyormuş, o yüzden babasına küçük bir dolap daha çevirmeyi önermiş.
“Kendimi safkan bir ata dönüştüreceğim,” demiş oğlan, “sırtıma bin, beni kente götür ve orada sat. Ama sakın ola ki kör bir adama satma, satarsan da dizginleri çıkar, yoksa kendimi dönüştüremem.”
Sözleri biter bitmez, oğlan kendini güzeller güzeli bir ata dönüştürmüş. Babası ata binmiş ve kente gitmiş. Kentte hayvanı satın almak isteyen pek çok pek çok alıcı çıkmış. Ama en çok kör bir adam arttırıyormuş. Biri bir ruble arttırsa, o anında bir sis arttırıyormuş. Çiftçinin gözü açıldıkça açılmış, sonunda atı ona satmış, ama oğlunun tembihlediğini unutup atı dizginleriyle birlikte teslim etmiş. Kör adam dizginleri almış, ata binmiş ve uzaklaşmış.
Öğrencilerinden biri yeniden ocağına düştüğü için ustanın keyfine diyecek yokmuş. Atı eve sürmüş ve karanlık bir ahıra kapatmış. Öğrencisi karalar bağlamış, nasıl serbest kalabileceğini uzun uzun düşünmüş, ama elinden hiçbir şey gelmemiş. Zaman akıp gitmiş.
Günlerden bir gün oğlan ahırın içine güneş ışığının sızdığını fark etmiş. Dikkatlice bakınca kapıda tahtaların arasında bir açıklık görmüş. Hemen kendini fareye çevirip o aralıktan dışarı kaçmış. Ustası bunu görünce o da kendini kediye çevirmiş ve farenin peşinden koşmuş.
Fare koşmuş, kedi koşmuş! Fare koşmuş, kedi koşmuş! Tam kedi ağzını açmış fareyi yutacakken, fare kendini balığa çevirip suya atlamış. Ustası durur mu, kendini hemen bir ağa çevirmiş ve balığın peşinden suya atlamış.
Tam balık ağa yakalanacakken, oğlan kendini bir sülüne dönüştürmüş. Usta da bir şahine dönüşmüş ve sülünün peşi sıra uçmuş.
Sülün tam düşmanının pençelerini boğazında hissedecekken, oğlan kendini kırmızı bir elmaya çevirip kralın kucağını düşürmüş.
Usta anında kralın elini uzattığı bıçağa dönüşmüş ve kral tam bıçağı alıp elmayı kesecekken, elma yok olmuş, yerine bir avuç darı gelmiş.
Darıya talip civcivleriyle bir tavuk belirivermiş, son bir darı tanesi kalıncaya kadar teker teker darıları mideye indirmişler.
Son darı tanesi göz açıp kapayıncaya kadar bir iğneye dönüşmüş ve civcivlerle tavuk da iğnenin deliğindeki bir ipliğe. Bunun üzerine iğne alev almış ve ipliği yakmış.
Sonunda iğne oğlana dönüşmüş, oğlan kendi olmuş, babaevine geri dönmüş ve kalan günlerini mutlu mesut yaşamış.
Adolf Dirr, KaukasischeMaerchen [Kafkas Masalları].Jena: EugenDiederich, 1922, S. 13-17. Çeviren: Tuvana Gülcan