ÇEYREK ASIRLIK ÇINAR

Yirmili yaşlarda –hayatınızın baharında- olduğunuzu hayal edin. Özgürlüğün karşı konulamaz büyüsü dolaşırken damarlarınızda; eğlenceye, adrenaline, sosyalleşmeye aç olan ruhunuzu doyurmak için en yakın arkadaşlarınızla bir dağ başı kampında çadır kurabilir; festivalden konsere koşabilir, adrenalin sporlarını tadabilirsiniz. Kimsenin fikrini düşünmeden yeni bir saç modeli deneyebilir, hareketli yaşamınızın küçük boşluklarına yeni uğraşılar sıkıştırabilir, yepyeni arkadaşlıklara adım atabilir, yeni bil dilin bambaşka bir cümlesi olabilirsiniz… 20 yılınıza yüz yıllık bir ömrü sığdırabilirsiniz belki de. Bunu başarmanın bir başka yolu ise “Derman Sendedir, Gün Olaydı, Dağlar Atamadım Sevdamı, Sevgi Kuşun Kanadında, Çeke Çeke..." gibi nice türküsüyle yaddaşları süsleyen bir duygu nakkaşını –Hasret Gültekin’i- tanımak.

Gültekin’in “Gün Olaydı” türküsünü ilk dinlediğimde iri yarı, orta yaşlarını çoktan geçmiş, saçlarına akların düştüğü biri zuhur etmişti gözümün önünde. Bir bağlama tutkunu olduğumdan olsa gerek o müthiş enstrüman tekniğine ve efsunlu sesine karşı birden onu tanıma isteği uyanmıştı içimde. Etkisinde kaldığım o sesin henüz 16 yaşında bir gence ait olduğunu öğrenince bir daha, bir daha okudum yazılanları, bir daha… Asırlarla hasbıhal olacağından emin olduğum bu davudi sesin böylesine genç olması – eseri dinlediğinizde benimle aynı duyguları paylaşacağınızdan hiç şüphem yok- gerçeklik anlayışımda yeni bir pencere açmıştı. Sivas’tan İstanbul’a uzanan göç hikâyelerinden binlercesinden birinin küçük bir üyesi iken bağlama çalmak için sık sık okuldan kaçıp yanına gittiği Haydar Acar’ın gönül çeşmesinden damlayan sular, onun gönül deryasında adeta sel olmuş ve bu taşkın ile birlikte henüz 16 yaşında ortaya çıkmıştı, albüme adını veren bu türkü.

Ülkemizde bağlama denilince akla ilk gelen virtüöz Arif Sağ'ın bile evladı yaşındaki Hasret Gültekin’den bahsederken “hoca” diye hitap etmesi, ondaki cevherin gravitesi hakkında biraz olsun ipucu verebilir bizlere.  Uluslararası müzik festivallerinde o yaşlarda ülkemizi başarıyla temsil etmiş, bağlamada şelpe tekniği ile adeta bir devrim yaparak kendine has bir çalış tekniği geliştirmiş, binlerce bağlama aşığını peşinden sürüklemiş, gençlik kokusu henüz üzerindeyken en usta yorumcuların albümlerinde bile zorlu yönetmenlik görevinin üstesinden tereyağından kıl çeker gibi gelmiş bir deha idi o. Gelmiş geçmiş en iyi ozanlardan biri olarak gösterilen Hasret Gültekin’in “Çeyrek Asırlık Çınar” olarak anılmasına sebep olan bu özellikleriydi. Çünkü o; henüz çocuk yaştaki engin vizyonu ve geniş ufku ile geleceğe, dev bir ağacın kökleri gibi geçmişe  uzanan Anadolu kültürünün en renkli, belki de en estetik motifiydi. Bu toprakların Mozart’ıydı, Beethoven’iydi. Yaptıklarıyla hem büyümüş hem de büyütmüştü.  Kadim Anadolu kültürünün gelecek yolculuğundaki en sağlam köprüsüydü belki de…


Ardında "Eğer yaşasaydı....." ile başlayan ve tamamlanmamış bir yığın cümle bırakarak 2 Temmuz 1993’te henüz 22 yaşındayken kendi deyimiyle “Işık oldu sonsuza” ömrünün ilkbaharı bitmeden. Ardında yarım kalan bir ömür türküsü bırakarak:

“Ölü evlerin değil, düğün evlerin olsun.
Kara kuşların değil, uçan kuşların olsun.
Terini serip toprağa,
Kurutacak güneşin olsun.
Türküler söyle dağlara,
Gökyüzü kuşlarla dolsun.”
Güneşli, yağmurlu denizin
Açan güllerin olsun.” 

“Ömrümün kapısı çarparken yirmi ikimde yüzüme
Bakakaldım tavandaki parkta oynayan çocuğuma gözüm açık.
Sanki önceden koklamışçasına onu doyasıya
Genzimi yakan dumana inat.”



Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı