OKUL VE ÖĞRETMEN

Uygarlığın gelişimine yazının bulunması kadar katkı sağlayan önemli bir gelişme de matbaanın icadıdır. Son yüzyıllardaki bilimsel gelişmelerin yayılmasına öncülük etmiş, gelişmelerin dünyanın bir ucundan diğer ucuna yayılmasını sağlamıştır. Bunu yaparken de harf klişeleriyle birlikte fikir cümlelerini tarihe kaydetmiştir. İlk kez 8.yy’da Uzak Doğu’da İmparatoriçe Shotoko Budizm'in kutsal metinlerini Sanskrit dilinde Çin alfabesiyle bastırmıştır. Çin'de ise ilk kez, 1041'de Pi Sheng adlı bir Çinli “ayrı ayrı harfler dökerek basma” yapmıştır. Ortaya çıkışı bu kadar eski olmasına rağmen bu teknik ülkemize ise Batı’dan 17.yy’da gelebilmiştir. Bizde de önceleri el ile kaydedilen bilgiler bu sayede artık kolaylıkla çoğaltılabilir hale gelmiştir.


Nasıl ki kitap yazının bulunmasını takiben ortaya çıktıysa, dergi de matbaanın icadıyla ortaya çıkmıştır. Ülkemizde ise dergi kullanımının tam anlamıyla yaygınlaşması 18-19.yy’ı bulmuştur. Osmanlı’da ilk dergi 1849’da Vaka-yı Tıbbiye dergisidir. Tahmin edebileceğiniz gibi bu dergiden sonra birçok dergi yayınlanmıştır. Tam burada şunu da belirtmek isterim ki; tarihi bir vesika olarak gazete ve dergiyi birbirinden ayırmanın belirli kriterleri vardır. Bir süreli yayıma dergi diyebilmemiz için; Düzenli bir yayım aralığında olması, bir ücret karşılığında satılması, bir süreli yayımdan bağımsız olarak çıkartılması, içinde metinlerin yayınlanması ve ciltli olması gerekmektedir. Bunun bir vesika olarak gazete ve dergiyi ayırt edebilmek için üç haftadan uzun süreli aralıklarda yayımlanmışsa bu dergi olarak değerlendirilir.


Bu anlatımdan sonra, matbaanın ehemmiyetinden ve çağımıza sağladığı katkılardan bahsedeceğimi düşünebilirsiniz. Ama aslında yukarıdaki temel bilgiler üzerine bahsetmek istediğim; fikirlerin yayılmasını sağlayan bir araç olan derginin Cumhuriyet eğitim camiasında nasıl kullanıldığına dair bir fikir oluşturmaktır. Somut bir örnek de teşkil etmesi açısından sizler için 1937’yılında yayımlanmış olan Okul ve Öğretmen dergisini seçtim. Bu dergilerin kütüphanemde orijinal baskılarından altı adet var. Yaklaşık 3 yıl önce kütüphaneme katılmış olan bu dergileri Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki eğitim hayatını anlamak için okurken, elimde olan bir nüshanın tahlilini sizler için yapmak istedim.


Cumhuriyetin ilanından sonra yeniden düzenlenmeye çalışılan toplum yapısının en büyük düzenleyicileri eğitimciler olmuştur. Belki de yenilik bağlamında bu alanda yapılmış olan en büyük düzenleme 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla öğretimin birleştirilmesidir. Program ve müfredat çalışmaları yeni kurulan rejimin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeye başlanmış; eğitim alanında gerçekleştirilen reformlar, öğretmen yetiştirme konusundaki düzenlemeler, köy enstitüleri, idari bağlamda okulların teşkilatlanmalarının yeniden yapılandırılması gibi düzenlemelerle eğitim çağdaşlaştırılmaya çalışılmıştır.


Okul ve Öğretmen Dergisi İstanbul’da 1936 - 1937 yılları arasında aylık olarak yayınlanmıştır. Sahibi M. Faruk Gürtunca, yayın direktörü Raşit Saraçoğlu’dur. Dergide Falih Rıfkı Atay, H.R. Öymen, Saffet Arıkan, Selim Sırrı Tarcan, Bedriye Bekem, Reşat Ekrem… gibi isimlere ait yazılar, şiirler ve tablolar yayımlamıştır. Çoğunlukla öğretmenlerden oluşan kadro, Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan gibi yöneticilerini de barındırıyordu. İçeriğinde; yazarların, eğitim sistemi ve programlarla ilgili görüş ve düşüncelerinin yer aldığı yazılar, hâlihazırdaki uygulamalarla ilgili tespitlere de yer vermişlerdir. Dönemin eğitimdeki durumunu daha iyi anlayabilmek için, derginin 11. Sayısı içerisinde bulunan bir ilköğretim ispekteri (müfettişi) olan Osman Turgut Erkekli’nin yazısının bir kısmını sizinle paylaşmak isterim. “Çavuş Öğretmenler Ocağında 24 Saat” başlıklı yazının alt başlığı “Devası Bulunan Derdin Büyüklüğü”. Peki neydi bu devası bulunan dert?


Yozgadın Dedeli Köyü öğretmeni idim. Bir Cuma günü köyün kenarında gezmeğe çıkmıştık. İstiptadın çok yoksul düşürdüğü köyün geçimini birkaç yıl üst üste süren kuraklık güçleştirmişti. Köy, en çok hükümetin yardımı ile kendini yaşatıyordu.köyün kadınlarından birkaçı şehir yolunun üstündeki tarladan sebze ihtiyacı için güzlek ot topluyorlardı. Şehir yolundan gelen yaylıdan bir adamın inerek bu kadınlarla konuştuğunu gördük. Bize yaklaşan yaylıyı karşıladık. İçindekiler bizim kültür direktörle ispekter imiş… direktörümüz sebzelik olarak toplanan otların ekmeklik için toplandıklarını sanmış. Hal bu ki, Ziraat Bankasına Kızılay’ın vaktinde yaptıkları yardımlar köyü doyurmağa ve işini yürütmeğe tam kafi geliyordu. Konuklarım daha tam köye girmeden direktörümüz: “Arkadaş biz bu köyde kalmıyacağız. Bunların ekmekleri yenmez. Dedi. Üzülen konuklarımı köy odalarında  hiç birine inmeyecekleri için kendi odama getirdim...”

…Bizim köy kültürümüz öyle bir faaliyet sahası ki, unsurun yetişme şartları ile direktörü ve ispekteri öğretmeninden daha ziyade işin acemileri. Yeni öğretmenliğe atandığım 100’den fazla nüfuslu bir köyün insan ve hayvanların içme sularının mevcut dört kuyudan tedarik edildiğini söylediğim bir direktörüm: Demek Türkiye’de böyle  köy vardır” karşılığını vermişti. Bahsettiğim köy muhitine küçük Mısır dediklerini, yaz aylarında o kuyu sularını da dol bol bol bulamayan köylerimiz olduğunu ilave edince Bay direktör hayretler içinde kalmıştı.

…Genç Muhtar Haydar Şahan Çavuş’tan çuvaldan köydeki okuryazar sayısı kadar kitap almalarını diledim. Her kitaptan beşer tane aldı ve ve “okur yazar olanımız hepsi beş” dedi. 350 nüfuslu koca köyde 5 okuryazar…
 
Yazı böylece uzayıp gidiyor. Ben bu yazıyı okur okumaz hemen köyü merak edip internetten kısa bir arama yapmıştım. Şimdilerde de köyün nüfusu aynı olsa da 83 yılda değişen çok şeyin olduğu belli oluyor.


Derginin içeriğini incelediğimizde “Sıralar ve Talebelerin Oturuş Vaziyeti”, sanat köşesinde “Kral Lir ve Kordelya”, “Yurt Araştırmaları”, “İlkokullarda Aile Bilgisi Dersi Nasıl Yapılıyor”, tarih materyalleri kısmında “Anibal Ron Irmağını Geçerken”, “Hesap Dersi Hakkında Bazı Mülahazalar”, “Okulda İş Resim”, bir müfettişin hatıraları kısmında “Mekteplerde Dayak”, “Sezar’ın Ölümü”, hayat bilgisi kısmında “Kış Aylarında Kuşlar”, “Ev ve Okulda Hareketli Oyunlar”, “Altıncı Asırda Türk Çinileri” ve “Ülküm” başlıkları var. 86 sayfalık bir dergi olarak içeriğinin dönemine göre oldukça resimli olduğunu söyleyebilirim. Dönemin dergilerini incelediğimizde fotoğraftan ziyade daha çok anlatımların olduğunu görüyoruz. Bunu, dönemin teknik şartlarına bağlamıştım. Lakin, mevzu maarif olunca itinalı davranıldığını belirtmeden geçmek istemem. Dergiler fotoğraflı olunca yazılar daha güzel şekilleniyor zihnimizde.


Hülasa, dergiler sadece bilimsel bilgilerin yayılmasına katkı sağlamıyor, aynı zamanda tarihi bir vesika olarak da bizlere dönemin içtimai şartlarını da gösteriyor. Bizler de 83 yıl sonra okuyunca dönemin eğitimcilerinin müfredat notlarını, bir köyün mini bir monografisini okuyup hayal gücümüz yettiğince günümüzle mukayese ediyoruz. Belki şimdi elinizde tuttuğunuz bu dergileri 83 yıl sonra birileri okuyacak ve günümüze yolculuk edecek. 


Kaynakça
Davulcu, F., & Kıpçak, H. (2016). Başlangıcından Harf Devrimi'ne Kadar Türkiye'de Basım ve Yayının Kısa Bir Tarihçesi. Türk Kütüphaneciliği , 251-260.
Demir, G. T. (2016). Okul Ve Öğretmen Dergisinde Yayınlanan Aile Bilgisi Dersiyle İlgili Makalelerin İncelenmesi. Turkish History Education Journal , 574-599.
Demir, K. (2016). Osmanlı’da Dergiciliğin Doğuşu ve Gelişimi (1849-1923). Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , 71-112.
Kenar Platform. (2014, Kasım 11). Türkiye'de Matbaacılığın Gelişimi. Ağustos 10, 2020 tarihinde Kenar Platform: https://kenarplatform.wordpress.com/2014/11/25/turkiye-de-matbaacilik- ve-gelisimi/ adresinden alındı
Okul ve Öğretmen. (1937). Davası Bulunan Derdin Büyüklüğü. Okul ve Öğretmen , 153.


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı