Soru sormayla başlar bir çocuğun macerası, hatta hikâyesi. Sormaya başladığı anda başlar var olma süreci… Var olma merdivenin ilk basamağında bir çiçek gibi acar gözlerini yabancısı olduğu dünyaya...
İlk doğumu gerçekleşmiş ikinci doğum için var olma merdivenin en kritik ikinci basamağında, artık sorularını sormaya başlar. Var olmanın varlığına dair birçok soruyu sorar çocuk.
Gözünü açtığı bu uçsuz bucaksız evren misali sorularında sınırı olmayacaktır.
Eşyayı anlayıp kavrama sürecinde öyle sorularla karşılaşırız ki sanki hiç üzerinde düşünmediğimiz bu sorular karşısında terleriz.
Çocuklar, yabancısı oldukları bu dünyanın tüm varlığına kayıtsız kalamayacak kadar çok zengin bir keşfetme duygusuna sahiplerdir. Soruların ardı arkası kesilmez, hep daha fazlasını merak ederler. İşte bu merak duygusuyla başlar felsefe çocuklarda.
Platon’un ifadesiyle: filozofu başkalarından ayıran özellik hayrettir. Bu açık ifadeden yola çıkarsak felsefe yapmanın temelinde hayreti ve merakı gördüğümüzde: varacağımız ilk durakta çocukların o hayret ve merak dolu bakışlarına şahit oluruz. Biz ebeveynler ve öğretmenler, çocukların hayretini ve merakını artıracak davranışlarda bulunmakta ısrarcı olmalıyız. Daha çok soru sormaları, daha çok merak etmeleri, daha çok düşünmeleri için gerekli şartları yerine getirip o havayı teneffüs etmelerini sağlamalıyız.
Onların bu bitmez tükenmez, bu sınırsız dünyayı tanıma, bilme isteğine karşı biz büyüklere çok önemli görevler düşüyor. Çocukların dünyasını anlayıp dilini yakalamak çok kolay bir durum değil. Öğrenme ve bilme isteği hiç bitmeyecek bir uğraştan öte hayatın kalbidir. Sadece çocuklara has bir özellik değildir. Yetiştiriciler ve eğitimciler bu kalbi taşımadığı sürece çocukların işi gerçekten çok zor bir hal alır. Suyla buluşamayan toprak misali; yeterli sıcağa ulaşmayan bitki gibi, ne kadar tutunabilir ki bu hayata! Ne kadar anlam arayışına girebilir ki! Ne kadar sürdürebilir ki bu öğrenme ve bilme isteğini; ne yazık ki çok fazla sürdüremez. Nietzsche'nin de dediği gibi: Eğiticileri eğitiniz.
“Güçlü çocuklar yetiştirmek, sorunlu yetişkinleri onarmaktan daha kolaydır” diyor Frederick Douglass. Konuya bu açıdan bakarsak, sağlıklı ve bilinçli bir toplumun varlığının güçlü çocuklar yetiştirmekten geçtiğini söyleyebiliriz.
Çocuklarımızı daha çok dereye vurmuş bir balinaya benzetirim. Onları dereden alıp okyanusla buluşturamazsak var olan bu potansiyellerini açığa çıkaramayız
Eğiticiler de kendilerini eğitmediyseler bu süreçte ne kadar çocukların önlerini açabilirler? Bazen anlamsız gibi görünen konuşmaların başında ortasında sonunda birden ortaya çıkabilecek olan etik, kozmoloji, tarih, fizik, biyoloji, antropoloji, sosyoloji ve felsefe gibi disiplinlere ait sorular karşısında ne kadar hazırlıklıyız?
Çocukların gayet yerinde anlamlı sorularına karşı konuyu önceden kavramış olmanız dahi yetmeyebilir. Çünkü bu sürecin en zor kısmı konuyu onun anlamasını sağlayabilecek şekilde anlatabilmektir.
Çocuk ve felsefenin kökensel birlikteliğini kavrayıp bunu bir tutkuya dönüştürdüğümüzde onların sormalarını, düşünmelerini, yorumlamalarını kendilerine özgü bir şekilde yaratabilmelerini sağlamış oluruz. Sokrates’ten bu yana "öğretmek, öğrenmek" demektir. Bu anlamda Sokrates’ten yaklaşık iki bin beş yüzyıl sonra Heidegger’in: “Öğretmek yol göstermek, eşlik etmek ve eşlik edilenle bir ve aynı tutkuyu hissetmektir.” vurgusu son derece anlamlıdır. Öğretmek ve öğrenmenin ne kadar keyifli, ne kadar muazzam, ne kadar coşkulu bir etkinlik olduğunu ancak çocuk ve felsefe birlikteliğinde net olarak görebiliriz.
Amerikalı filozof Matthew Lipman, 1960’larda Columbia Üniversitesi’nde felsefe öğretirken öğrencilerinin dünyayı değiştirme konusunda son derece tutkulu olduklarını ama sağlam akıl yürütme ve iyi muhakeme becerilerinin eksik olduğunu gördüğünü söylüyor. Lipman, düzgün düşünmeyi öğrenmek için üniversitenin biraz geç olduğunun da farkına vardığını söylüyor. Ve tam da bu amaçla Çocuklar için Felsefe hareketini başlatıyor.
Paulo Freire’ nin ifadesiyle ‘Canlı, zinde kalabilmemizin tek yolu ve gerçek filozoflar olabilmemizin tek yolu, içimizdeki çocuğun ölmesine asla izin vermememizdir. Toplum bize bu çocuğu öldürmemiz için baskı yapar ama direnmemiz gerek, çünkü içimizdeki çocuğu öldürdüğümüz zaman kendimizi de öldürürüz.’ Ne yazık ki toplum, insanın içinde potansiyel olarak bulunan merak duygusunu iğdiş edip kurutmaktadır!
Sorgulayan, düşünen, araştıran, gelişmiş toplumlar felsefenin ne kadar önemli olduğunu bir birey olma sürecinde ne kadar etkili olduğunu deneyimlediklerinden dolayı çok erken yaşlarda çocuklarla felsefeyi buluşturmaya çalışıyor.
Nuran Direk’in “Küçük Prens Üzerine Düşünmek” isimli kitabında altını çizdiği üzere: “Felsefe eğitimi arayış ve sorgulama temeline dayanır ve bu eğitime küçük yaşlarda başlamak gerekir.”
“Güçlü çocuklar yetiştirmek, sorunlu yetişkinleri onarmaktan daha kolaydır.”
F. Douglass