İçinde yaşadığımız zaman dilimini tek bir özellik ile betimlemek ya da adlandırmak neredeyse olanaksız. Her alanda baş döndürücü bir hızla yaşanan değişim aslında küreselleşen dünyanın bir özelliği. Bilgisayar teknolojisinin hızla gelişmesinin yanı sıra giderek ucuzlaması, bilginin kolay erişiminin yanı sıra çabuk tükenmesinin, eskimesinin, aşılmasının bir anlamda da değerini çabuk yitirmesinin de nedeni oluyor. Böylesi bir zaman diliminde yaşamak ve zamana ayak uydurabilmek için değişimin hızlı ivmesine koşut olarak hızlı düşünen, karar veren, yeniklere çabuk uyum sağlayan, bir anlamda kendini aşan bireylere gereksinim var.
Bu söylenenlerin çocuk kitaplarıyla ne ilgisinin olduğu sorusu pekâlâ akla gelebilir hemen. Bu nedenle önce günümüzde çocuk yazınından ne beklediğimizi saptamak gerek.
Evet, artık ülkemizde de eskimiş, dahası çocuk yazını çerçevesinde geleneksel bir anlayış içinde sürüp giden ‘çocuk yazınının gerekli oluşu ya da olmayışı‘ tartışmalarını bütünüyle bir tarafa bırakarak değişim çağı içinde çocuk kitaplarının, çocuk yazının yerini ve işlevini iyi belirlememiz gerek.
Bu bağlamda öncelikle okuma ediminin, daha doğrusu, alışkanlık haline gelen ya da gelmesi istenen okuma davranışının neden önemli olduğu hakkında biraz düşünelim. Bu arada bu satırları okuyan herkes okumaya kısa bir süre ara verip kendi kendine şu soruların yanıtlarını arayabilir: Okumak neden önemlidir ya da okumak gerçekten önemli midir? Bu bağlamda her şeyi okumak mı yoksa seçtiğimiz şeyleri mi okumak gerekir? Bu sorulara verilecek doğru ve tutarlı yanıtlar çocuk kitaplarının işlevini de yine çağımızın gereksinimleri doğrultusunda ortaya koyacaktır. Eğitim sistemimizi ve okuma ediminden beklentilerimizi ortaya koymaya çalışarak bu sorulara yanıt arayalım.
Eğitimimizin geleneksel yapısı içinde iyi yürekli ve azimkâr öğretmenlerimizin çoğu elbette bütün iyi niyetleriyle öğrencilerine okuma alışkanlığını ve okuma kültürünü kazandırmak isterler. Çünkü okuma önce bilgilenmek demektir; okumak, söyleyecek bir şeyi olanlarla iletişimde bulunmak demektir; okumak, anlama becerileri gelişmiş insan gerektirir; okumak, hoşgörünün kapılarını aralar. Okuma adına söylenecek o kadar çok şey var ki aslında! Ne var ki, her şeyi okumak neredeyse hiçbir şeyi okumamak anlamına gelecek kadar da tehlikelidir. Neden mi? Okuma beğenisi gelişmemiş olmak henüz yazın adına tam bir eğitilmişlik ve olgunluk sergileyememek anlamına gelir de ondan. O halde, çağdaş edebiyat okurunu belirleyen en başat öğelerden ilki onun eleştirel okur kimliği taşımasıdır. Eleştirel okur olmak ise, okuduğunun özü ile belli bir uzaklıktan ilişki kurmayı, okuduklarıyla hemen özdeşleşmeden anlatılanı nesnellik ölçütleri içinde yorumlamayı ve yargılamayı gerektirir. Ancak bu aşamadan sonra seçici okur kimliğinden söz edebiliriz. Yani seçici okur okuduklarını sıradan bir anlayışla seçmez. Daha çok ‘ne istediğini bilen okur’ tipi diyebileceğimiz okurlar, bu anlamda okumayı gerçek bir gereksinime dönüştürmüş, beynini okuyarak doyurmayı öğrenmiş kişilerdir diyebiliriz. Peki, toplumumuz böylesi okurlara sahip midir gerçekten? Ne yazık ki yanıt çok olumlu değil. Çünkü gerek basının yaptığı sormacalar, gerek yapılan bilimsel çalışmalar ve gerekse toplumu oluşturan bireylerin okuma kültürü adına sergiledikleri açık tutum bu sorunun yanıtını olumsuz kılıyor. Kendini yetiştirmiş az sayıda birey ya ailesinden ya öğretmeninden ya da bireysel özellikleri nedeniyle gerçek okurlar olabilmiştir. Ne yazık ki toplumumuzda bunların sayıları oldukça az. Bu tabloyu ortaya koymamın nedeni, eğitimimizin bugüne kadar başaramadığı nitelikli okur yetiştirme işini çocuk kitaplarıyla rahatça gerçekleştirebileceğimiz yönündeki düşünceleri açıklamak.
Öncelikle, yukarıda anlatılanlar ışığında şunu belirtmek gerek: Her şeyi okuyan değil, okuma beğenisini yine okuma aracılığı ile geliştirdiğimiz seçici okur kimliğine gereksinim duyuyorsak, bu işin eğitimiyle ilgilenen kişilerin de daha baştan hem bu kimliği taşımaları gerekmektedir hem de çocuklara baskıcı bir anlayışla kitap okutma anlayışını bir kenara bırakmaları gerekmektedir. Bu noktayı özellikle önemsemek gerekir, çünkü kısa bir süre önce eğitimcilerin olduğu kadar tüm toplumu ilgilendirecek derecede ortaya çıkan ‘100 Temel Eser’ anlayışıyla dayatılan okuma anlayışı, rahatlıkla ters etki yapabilecek bir tehlikeyi içeriyordu. Basında ve çeşitli eğitsel etkinliklerde tartışıldığı gibi değişmez bir listenin baskısı altında kalan okur/çocuk bu alanda baskı gördüğü anda okumadan uzaklaşabiliyor. Hepimiz biliriz ki; çocuklara özellikle istemedikleri bir şeyi yapmaları söylendiğinde çocuk bunu yapmamak için bin dereden su getirir. Bu bakış açısıyla ‘100 Temel Eser’ projesi özünde iyi niyetli bir girişim olarak başlamışsa da, sonuçları bakımından tam ters etki yapabilecek durumlar ortaya koydu.
Yukarıdaki soruların yanıtlarına eğilirsek, başka deyişle okuma kültürü ve alışkanlığı edinme sürecinde neden çocuk kitaplarına gereksinim duyduğumuzun yanıtı aşağı yukarı kendiliğinden belirginleşmeye başlamaktadır. Çocuk yazını, adı üzerinde öncelikle yazındır, edebiyattır, sanattır. Yani nitelik ve sanat kaygıları güdülerek hazırlanmış edebiyat kitaplarıdır. İyi bir çocuk yazarının aynı zamanda gelişim ruhbilimi, eğitbilim, toplumbilim, yazınbilim gibi konularda da deneyimli ve yetkin olması gerektiğini söylemek ilk anda abartılı gibi görünse bile, aslında gerçeğin mutlak bir dile getirilişidir. Çünkü çocuğun dilsel, toplumsal, kişilik gibi çeşitli gelişim evrelerini kavrayamamış bir yazar, hedef kitlesi olan ‘gerçek çocuğa’ değil, kafasında yarattığı hiç de gerçek olmayan hayali çocuğa yazacaktır. Bu durumda ‘okur çocuk’ kendi ilgi alanlarını yakalamayı becerememiş bir yazarı, öğretmen ya da anne baba baskısıyla okusa bile gerçek bir okuma davranışı geliştiremeyecektir. Benzeri durumlarla diğer alanlarda da karşılaşabiliriz. Yani, yazar iyi bir yazınbilimci bakış açısına sahip değilse, dili kullanma, öyküsünü kurgulama, çocuk gerçekliğini tutarlı bir biçimde ele alma, çocuğa göre yazma vs. gibi alanlarda da beceri sergileyemezse okur çocuğu daha baştan yakalayamamış demektir. Ne yazık ki çocuk yazınımızda böylesi örnekler, nitelikli örneklerin kat kat üzerinde. Bu nedenle, son 15-20 yıl içindeki olumlu gelişmeler ve bazı istisna yazarlar ve kitaplar sayılmazsa çocuk kitaplarımız konusunda çok iyimser olmak hayalcilik sayılabilir.
Ancak hedef kitle olan çocukların özelliklerine göre biçimlenen çocuk yazını ürünleri, çocukları, Dahrendorf’un deyimiyle, çocukları yazın konusunda yüreklendirir, onların yazınsal ürünler hakkında düşünce ve yargı üretmesine yardımcı olur, sonuçta da onların ilerde iyi bir okur olmalarını sağlar. Bu tümceyi biraz açacak olursak, aslında yazın okuru olmak yukarıda da dile getirildiği gibi güç ve emek gerektiren bir iş. Planlı ve düzenli bir eğitime gereksinme duyar. İşte tam bu nokta da Dahrendorf’un saptamaları ışığında çocuk kitapları işimize yarayan bir araç oluveriyor. Çünkü henüz okumayı özümsememiş çocuklar okudukları şeylerin kendilerini ilgilendirmesini bekler. Anlatılan olayların, kendilerinin günlük yaşamlarında var olan konulardan oluşmasını bekler. Okudukları kitabın kurgusunun ve dilsel örüntülerinin kendilerini aşmamasını ister ki; okuduğunu rahatlıkla anlayabilsin, okuduğuyla rahat iletişim kurabilsin, okuma eylemi amacına ulaşabilsin. Ancak böylece çocuk okumaya ısındırılabilir, okumaya alıştırılabilir. Hemen belirtmek gerekir ki; okumanın kendisi amaç değil, bir araçtır. Hem de düşünen, yargılarını düşünce süreciyle elde eden, iletişim becerileri gelişmiş, kendi kararlarını kendi başına verebilen insanlar yetişmesi için okumak bir araçtır. Elbette zevk için, hoş zaman geçirmek ve eğlenmek amacıyla da okuyabiliriz. Ancak bizlerin amacı, çocuk kitapları aracılığıyla okur yetiştirmek ise, başka deyişle düşünen bireyler yetiştirmek ise bu durumda çocuk kitapları yetişkin yazınına geçişte bir köprü görevi üstlenmektedir. Evet, çocuk kitaplarının geçiş yazını niteliği taşıdığı tezi günümüzde geçerli bir tezdir.
Çocukların okumasını istiyorsak, kitabı ve kitap okumayı abartmadan ve okumanın anlamını yitirmesine izin vermeden çocuğun dünyasına sokmak gerek. Bunun en iyi yolu, basındaki çeşitli tanıtım ve eleştiri organlarının bize sunduğu kitapları edinerek çocuğun görebileceği bir yere bırakmak ve çocuğun merakını çekmeye çalışmaktır.
Çocukluğu boyunca çocuk yazınının seçkin örnekleriyle yüz yüze gelecek olan çocuk, kendisi için hazırlanmış kitaplarda önce kendini bulacak, sonra kendi dünyasının sorunlarına benzeyen sorunların çözümleri için kitaplar aracılığı ile soru sormayı öğrenecek, hem eğlenecek hem düşüncesi gelişecek çocuk için bu arada okuma zevkli bir alışkanlığa dönüşecektir. Böylece sağlıklı düşünen ve yargılar üretebilen çocukların okuldaki başarısının kapıları da ardına kadar açılmış olacaktır.
Elbette bu ideal durumu gerçekleştirirken çocuk kitabının nitelikli olması bir önkoşuldur. Ülkemizde artık bu konuda da bilimsel bilgi üretilmeye başlanmış ve basın yayın kurumları da bu konuda duyarlık sergileyip çocuk kitapları tanıtımlarına ve eleştirilerine yer vermeye başlamıştır.
Burada andığım konu bağlamında özellikle anne babalara ve öğretmenlere yol gösterici olması bakımından Ankara Üniversitesi bünyesinde kurulan Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Araştırma ve Uygulama Merkezine ve bu merkezin etkenliklerine dikkat çekmek istiyorum. Çocuklar ve gençler için üretilen edebiyatı araştırma ve yaygınlaştırmayı amaç edinen bu merkezin ağ ortamındaki adresi şöyle: www.cogem.ankara.edu.tr. Ülkemizdeki çoğu eğitimci ve ebeveyne yol gösterici nitelikte olan bu site bilimsel çalışmalara olduğu kadar çeşitli radyo ve televizyon yayınlarına da yer veriyor. Ama her şeyden önemlisi Sizin İçin Seçtiklerimiz sekmesi açıldığında yaş grubuna göre seçilmiş güncel çocuk kitapları küçük tanıtım ve değerlendirmeler görselleriyle birlikte örnekleniyor. Gerçekten de bu sayfadan bilinçli çoğu anne ve baba çocuklarına öğrencilere doğru kitap seçme konusunda yardım alıyor.
Artık her bulduğunu okuyan değil, bilinçli okuma sürecinin eşgüdümünde duygu ve düşüncelerini geliştirebilen, duyan ve düşünen insana gereksinme duyduğumuzdan bilim insanlarına olduğu kadar bütün anne babalara ve öğretmenlere de büyük görevler düşmektedir.
1966 yılında Bursa, Muradiye İlkokulu’na başladığımda sevgili öğretmenim bütün iyi niyetiyle “çocuklar okumak çok önemlidir, ne bulursanız okuyun” derdi. Sevgili öğretmenim, elli dört yılda o denli değişimler oldu ki, bizler kitabın yanı sıra televizyonu, bilgisayarı, interneti de yoğun olarak izlemek durumundayız. Kitabı medyatik araçlar karşısında bir rakip olarak görmüyoruz, ama ikisinin yan yana yaşaması gerektiğine inanıyoruz ve biliyoruz ki; hiçbir şey kitabın yerini tutamıyor!
Kitabı medyatik araçlar karşısında bir rakip olarak görmüyoruz, ama ikisinin yan yana yaşaması gerektiğine inanıyoruz ve biliyoruz ki; hiçbir şey kitabın yerini tutamıyor!
(*) Bu yazı, 2009 yılında Mavi Ada dergisinde çıkan yazımdan derlenmiştir.
Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa
Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı