Aylak adam olarak geçen bir tatil gününün akşam üstü. Asaf’la beraber esnaf Tahir ağabeyi ziyaretimizde, Asaf'ın sevgilisinin ayrılacağını öğrendik. Ayrılacağını dediysem Asaf’ın gönlünden değil, işten ayrılacağını ve aynı zamanda bu şehirden.
Sevgili hiç gönülden ayrılır mı?
Gönülden ayrılan sevgili olur mu?
Sevgili olur mu gönülden ayrılan?
Ayrılan gönülden sevgili olur mu?
‘’Kardeşim çarşamba akşamı davetliyiz. Takım elbiseni giy, kombinini tamamla. Gerçi sen şair adamsın salaş da takılsan sorun olmaz. Sanatçıdır denir geçilir.’’
“Hayırdır. Öznur’u istemeye mi gidiyoruz?’’
“Şehrin en lüks oteline kokteyle gideceğiz.’’
“Kokteyl mi?’’
“Evet kokteyl. Meşhur edeceğim seni.’’
“Ben zaten meşhurum kardeşim. Ecele yetişebilmek için aceleci olmakla, yerdeki karınca kadar aciz olmakla, pek bir cimri olmakla, etrafımdaki nimetleri görmeyip şükrü aklıma getirmemekle, daha iyi bir dünya hayatı için olanca hırsımla çalışmakla meşhurum. Verilenlere, verilenleri verene karşı nankör olmakla, zayıflığımla, bilgiç bilgiç tartışmalara girip tartışmaya düşkün olmamla meşhurum. Yeryüzüne halife olmakla, inatçılığımla, çokça da cahil olmamla meşhurum ben. Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum.’’
Gelecek gelmişti. Gelecek olan da geldi. Konuştuğumuz gibi Asaf kardeşim; protokol kurallarına uygun siyah renkli takım elbisesini giymiş, siyah rugan ayakkabılar, ayağında kadifeyle biraz önce okşanmış görüntüsü veriyordu. Yürürken toz, toprak, çamur gibi yabancı maddelerden de uzak durmuş belli.
Gökyüzü günü yırtıp karanlığa ulaşmak için araftaydı. Akşamüzeri kırtasiyeye girerken dükkan sahibi Tahir ağabeyi bir kuş hafifliğinde dükkandan çıkarken gördüm. ‘’Hocam sen içeri geç ben hemen geliyorum’’’ dedi. ‘’Yok ağabey bir dergi bakıp çıkacağım, acelem var kokteyle davetliyiz Asaf kardeşimle ’’ karşılığını verdim. Bu durumu yadırgamış olacak ki yabancı bir bakışa maruz bıraktı beni. Artık farklı mecralarda kanat çırptığımızı ima eder bir bakış. Haksız da sayılmazdı hani. Yayla adamının, ova insanının, Anadolu’nun ağzına tat vermiyor, hoş bir seda da bırakmıyordu kokteyl.
Biraz sonra Tahir ağabey bu sefer kokteyle beraber gideceğimi söylediğim Asaf kardeşimle birlikte caminin şadırvanında abdest alırken görüyordu bizi. ’’Hocam aceleniz vardı, hala gitmediniz mi? Dikkat edin alışkın olmayanı çarpar öyle yerler, hava değişimine uğramayasınız’’ diyor, Asaf kardeşimden: aşk dünyayı yavaşlatıyor, rahatlatıyor, aşkla abdest almaya geldik. Biz kokteyle bile abdestli gideriz ağabey görüyorsun diye karşılık alıyordu. Bir de muhafazateyn okuruz diyerek katkı sundum bende.
Abdestten sonra namaza kadar kalan kısa vakitte caminin karşısındaki çay ocağında amel defterine yazılmak üzere birer süzgeçli çay ikram etti bize Asaf. Ezanla birlikte camiye giderken, bir ayakkabıcının, dükkânını kapatmadan bırakıp namaza gitmiş olduğu gördük. Ayakkabıcının yaşadığı hayatı ancak fotoğraflamak düştü Tahir ağabeyin nasibine. Sosyal medyaya ‘’işte bu şehirde esnaf’’ diye atacağını söyledi Tahir ağabey. Namaz kılındı, dua edildi.
‘’Yarabbi aşkından bir an gaflete düşürme bizi’’
Lüks otomobilimizle, aşık-ı sadık Asaf kardeşimi de alarak yanıma şehrin en lüks, en şatafatlı oteline doğru yol aldım. Otel, girişinden itibaren nefislere en itinalı, en ince, en nahif, en hassas dokunuşları ilmek ilmek işliyordu.
‘’ Biz buraya ait değiliz, biz buralı değiliz, bunlar işlemez bizim ruhumuza, dokunmaz gönlümüze. Bizim aşkımızı karşılamaz bu lüks. Bizim lüksümüz yanında bu sayılır mı lüksten. Bize toprağın, ovanın, yaylanın, dağın, denizin, doğanın lüksü gerek. Biz toprağız, aradığımız topraktır. Bulacağımız topraktır. Kendimizi bulacağımız topraktır. Bulduğumuz topraktır. Kendimizi bulduğumuz topraktır.’’ diye düşünüyor ve selamın geçersiz olduğu yerde merhabalaşıp koltuğun kenarına tutturuyoruz kendimizi. Yüzlere bir komutla sabitlenmiş gülücükler karşılıyor bizi. Asaf'ın ve benim olduğum ortamda; ‘’oklavayı görse üvendire zanneder’’ kabilinden olup şiiri bilmeyen şiir, hikayesi olmayan hikaye konuşuyor, ‘’ sanatta bizde varız’’ kanatları çırpıyorlardı.
Alt kata, kokteyl salonuna inilmesi gerektiği ikazı; gece boyunca yüzlere sabitlenmiş, komutlanmış gülücüklerle veriliyordu. Yaslanma kısmı bir buçuk adam boyu koltukların, ışıltılı avizelerin, ağır işlemeli kapıların, parlak tırabzanların arasından, genel lüksü tamamen yansıtan salona ulaşıldı. Salon bulundu ama Asaf ve ben kendimizi bulabildik mi?
Birine ayrı diğerine ayrı görünmenin fenalığından habersiz, Salondaki bütün insanların maske taktıkları rahatlıkla gözlemlenebiliyordu. Herkesin yüzünde aynı maske vardı. Herkes tektipti. Herkes aynı anlayışın ürünü, izlenimi veriyordu. Farklı farklı renkte, farklı tonda, farklı temada yüzlerin aynı maskeleriydi gözlemlenen.
‘’benim burada ne işim var?’’
‘’siz de yaptığınız işin gerçekten önemli mi olduğunu düşünüyorsunuz?’’
‘’ buna gerçekten sanat olarak mı bakıyorsunuz?’’
‘’bugün sizin program yarın benim program tamamen duygusal olarak buradayım’’ duygu ve düşüncelerinin tamamı;
bir salgın gibi: ‘’ emeklerinize sağlık, harika bir iş çıkarmışsınız, sizi canı gönülden tebrik ediyorum’’ maskesinde tekleşiyordu.
Ben bu tespitleri aktarırken Asaf kardeşim bunları hiç dinlemiyor. Dinlememesi umursamamasından değil. Sevdiğinin, gönlünden ayrılmayacak olsa da bu şehirden ayrılacağını öğrenmiş olmanın yaşattığı karmaşık duygularla her cümleye Öznur Hanım diye cevap veriyordu. Yüzünü bana sırtını salondaki hanımlara dönüyor: “Ben gönül nikahlıyım yanlış yapamam sevdiğime’’ diyerek beni kendine siper ediyordu.
Sunucu konuşuyor, protokole, programı hazırlayanlara övgüler yağdırıyor alkış gereken yerleri vurgulu söylüyordu. Klasik müzik orkestrasındaki müzisyenler teker teker tanıtılıp onlara zorla alkış alınıyor, Asaf kardeşim bu yorumlarıma da aynı cevabı veriyordu: Öznur Hanım.
Masaya bir çift katılıyor. Orta yaşlı. Kadını bir toplantıda görmüştüm. Öğretmen diye hatırlıyorum. Aile Asaf kardeşimin öğrenci velisi çıkıyor. Muhabbet, sohbet, ayaküstü bir veli görüşmesi. O sırada kadın eşine klasik müzik orkestrasının olduğu tarafı işaret ederek ‘’kemandaki, bizim Hayri bey’ in kızı Asuman’’ diye ikaz veriyor. Kafasını o tarafa doğru kaldırıp bir anı anlatıyor beyefendi. Otuz, kırk yıl önce Fransa’dan akrabalarımız tatile geldiğinde anlatırlardı oraları. Komşu komşuyu tanımaz, kimse kimsenin derdinden haberdar olmaz, hastasını duymaz, cenazesini bilmez, düğününü görmez. Şu an bakıyorum ve hemen hemen aynı halde olduğumuzu görüyorum. Hayri Bey’ in kızı demese tanımıyorum. Nerede oturuyor biliyor musunuz? Bizim alt katta. Hem de on yıldır.
İş yerine davet ediyor bizi beyefendi. Geliriz diyor Asaf kardeşim. İkram esprisi dönüyor aralarında. Beyaz çay ikram ederim size diyor beyefendi. Ben Akdenizliyim bizim yaylalarda da vardı, beyaz çay derlerdi. Çay kültürü her yerde var ama değerleri önemlidir.
“İnsan da değeriyle önemlidir.’’ karşılığını veriyordu Asaf.
Arabaya binip giderken yabancı diyardan: "Aşk" döküldü Asaf'ın dudaklarından. Saçıldı bütün gecenin üzerine.
"Aşk ile kurtulabilir insan bütün maskelerinden. Gerçek insanı aşk ortaya çıkarabilir ancak. Aşk ile tanışan insan kendi özü ile tanışmış olur. Aşk tanıştırır insanı kendisiyle."
" Maskesi düştü aşkın."