Tatil, beyinde harika çağrışımlar yapan, herkesin sevdiği güzel bir kelimedir. TDK’nin tanımı da bunu doğrular niteliktedir: Tatil; “Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre.” olarak tanımlanmıştır. Uzun bir çalışma döneminden sonra eğlenmek ve dinlenmek herkesin hakkıdır. Amaç tatil için belirlenen sürede yenilenmek ve yeni çalışma dönemine zihnen ve bedenen hazır olmaktır.
Çocuklar açısından değerlendirecek olursak, yorucu bir eğitim-öğretim döneminden sonra tatil artık hak edilmiştir. Hatta okul döneminin son ayı tatilin yaklaşmasının verdiği psikoloji ile çok verim alınamadan geçer. Karne günü ile beraber 90 günlük bir tatil başlar. Tatil süresi çok uzun olduğu için genellikle bu bölüme “yaz tatili” diyerek yumuşatmaya çalışırız.
90 günlük yaz tatili, tatilin tanımında verildiği gibi geçirilemeyecek kadar uzun bir süredir. Sürenin uzunluğu diğer ülkelerle karşılaştırılınca bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Almanya, Belçika, Finlandiya ve Lüksemburg’da yaz tatili iki ay, Hollanda ve İngiltere’de altı hafta, İtalya’da dokuz hafta ve Portekiz’de yaklaşık olarak iki buçuk aydır. Ülkemize yapılan tatil cenneti yakıştırmasının da haklılığı bu karşılaştırmadan sonra daha da net olarak görülmektedir.
Tatil süresinin uzun olmasının yanında diğer bir önemli nokta da tatilin plansız bir şekilde geçirilmesidir. Heyecanla beklenen tatil, sürecin başlamasıyla beraber anlık karar verilen faaliyetlerle genelde serbest ve kontrolsüz bir şekilde devam etmektedir. Çocuklar için artık televizyon ve bilgisayar başında sınırsızca geçirilen zamanlar başlamıştır. Bilgisayar ve televizyon başında geçen sürelerde artık yeni rekorlar gelmektedir. Bunların dışındaki zamanlarda da aileyi zorlayarak kazanım elde etme çabaları sergilenmektedir. Bu zorlamalardan rahatsız olan aileler çocuklarını yaz kursları veya camilere göndermektedir. Bu faaliyetler, bir plana dayalı olmadığı için yeterli verim sağlamamakta, sadece ailelerin vicdanlarını rahatlatma çabaları olarak kalmaktadırlar.
Yaz tatili süresine yaptığımız bu kadar eleştiriden sonra akıllara “Uzun yaz tatilinin çocuklar üzerinde olumsuz etkileri var mıdır?” sorusu gelmektedir. Artık birçok ülke bu soruyu sormak yerine yaz tatilinde yapılacak çalışmaları uygulamaya başlamış durumdalar. Ülkemizde de Asım Arı ve Selçuk Şirin gibi eğitimciler bu konuyu gündeme getirmektedirler. Konuyla ilgili çalışan uzmanlar yaz tatilini artık “öğrenme kaybı” kavramıyla birlikte değerlendirmektedirler.
Peki, “Yaz Tatili Öğrenme Kaybı” nedir?
Bir yıl içerisinde öğrenilen bilgilerin plansız geçen üç aylık süre sonunda hatırlanılmasında güçlük çekilmesi ve bu bilgilerin bir kısmının hatırlanmamasıdır. Tanıma anlam verebilmemiz için öğrenmenin beynimizde nasıl gerçekleştiğini bilmemiz gerekir.
Öğrenilen bilgiler beyinde şema adı verilen çerçeve yapılara yerleştirilir. Bu yapılar yaşantı ve olgunlaşmaya bağlı olarak sürekli değişir ve yeniden organize edilir. Ayrıca şemalar içindeki bilgi birimleri arasındaki bağ ne kadar kuvvetliyse bilgiye ulaşmak o kadar hızlı ve kolay olur. Sıklıkla kullanılan bilgi birimlerinde bu bağlar oldukça güçlenir. Ancak bilgi kullanılmadığı zaman bu bağlantılar zayıflar ve istenilen bilginin hatırlanması da zorlaşır. Yaz tatili sürecinde bilgiler kullanılmadıkları için şemalar içindeki bağlantılar zayıflar, bu yüzden okul başladığında hatırlanmaları zorlaşır. Yaz tatili sonrası öğrenme kaybından kast edilen de budur.
Özellikle uzun süren yaz tatilinin etkileri okulların açıldığı ilk ay bariz bir şekilde hissedilmektedir. Öğretmenler bu süreçte “Sanki bu konuyu hiç anlatmamışım. Çocuklar hiç dinlememiş gibi davranıyorlar.” gibi cümleler kurarlar. Bu sorunu çözme adına ders yılının başladığı dönemin ilk haftaları önceki yılın konularını tekrar etmekle geçer. Yeni öğretim yılının süresinin bir kısmının kaybedilmesine neden olur.
Uzun tatilin bir diğer etkisi de tatil boyunca tamamen serbest bir hayat tarzı benimseyen çocukların yeni dönemin ilk haftalarında okulun disiplinli ve kurallı ortamına alışmakta zorlanmalarıdır. Bu durum da gereksiz enerji ve zaman kaybına neden olmaktadır.
Öğrenme süreklilik gerektiren bir süreçtir. Bu şekilde verilen uzun aralar öğrencilerin istenildiği gibi ilerlemesine engel olur. Verilen uzun aralarla ders yılı boyunca kazanılan bilgi ve becerilerin kalıcılığı engellenmiş olur.
Öğrenme kaybının etkileri derslere göre de değişiklik göstermektedir. Cooper, yaptığı araştırmalarda en fazla kaybın matematikte olduğunu belirtmiştir. Matematikteki gerilemenin fazla olmasının sebebini öğrencilerin günlük yaşamlarında ve ev ortamlarında kullanmamalarına, pratik yapmamalarına bağlamıştır. Ülkemizde yapılan sınavlarda, özellikle sayısal derslerdeki başarısızlığın nedeni bu bağlamda değerlendirilebilir.
Öğrenciler üzerindeki olumsuz etkileri birçok araştırmayla ortaya konan bu yaz tatili süresinin artık ciddi bir şekilde üzerinde düşünülmelidir. İnsanların geçimlerini tarımdan sağladıkları dönemlere göre yapılan bu planlama her boyutuyla değerlendirilmelidir. Artık günümüzde tarım toplumundaki değişime bağlı olarak uzun tatil süresine gerek kalmadığı ortaya çıkmaktadır. İngiltere, Finlandiya ve Portekiz gibi ülkelerde uygulanan üç dönemden oluşan ve tatil sürelerinin nispeten kısa olduğu, öğrencilerdeki öğrenme kaybını en aza indiren ve yoğun süreç içinde daha iyi dinlenmelerini sağlayacak bir model önerilebilir.
Biz şimdilik “Mevcut şartlarda yaz tatili öğrenme kaybını en aza indirmek için neler yapabiliriz?” sorusuna odaklanalım.
ü Öncelikle tatil başlamadan mutlaka ailecek bir tatil planı hazırlanmalı. Aile üyelerinin görüşleri alınarak tatilin nasıl geçirileceği belirlenmelidir. Çocuklar, süreç içinde kendilerini neyin beklediği bilirse ona göre davranırlar ve istenenlere direnç göstermezler. Plan yapmadan başlanan tatilde “Kızım kitap oku. Bak okullar açılacak biraz derslerine baksan.” gibi cümleler karşılık bulmaz. Çünkü serbest giden bir süreci kimse bozmak istemez. Bu yüzden tatil başlamadan eğer çocuğun kitap okumasını istiyorsanız tatil planında bu konuyu onunla mutlaka konuşmalısınız.
Öğrenme kaybını azaltmak için yaz tatilinde çocukların etüt merkezlerine gönderilmesi, eksik oldukları alanlarla ilgili özel dersler aldırılması veya alınacak test kitapları ile okul devam ediyormuş gibi ders çalıştırılmaları çocuklara hiçbir fayda sağlamaz. İlkokul 4.sınıf öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırma da bunu doğrular niteliktedir. Yapılan araştırmada tatilde etüt merkezlerine giden veya özel ders alan öğrencilerin okul başladığında diğer öğrencilerle aralarında bir fark olmadığı ortaya konmuştur. Okulun devamı niteliğinde etkinlikler yerine kontrolün ailede olduğu, çocuğun isteği ile devam eden bir süreç benimsenmelidir. Konulu aile sohbetleri, tarihi ve turistik geziler, hesaplamaların çocuklar tarafından yapıldığı alışverişler, akraba ve hasta ziyaretleri, kurum ziyaretleri, düğünler, ev işlerine yardım gibi çocukların okulda öğrendikleri konuların uygulamalarını yapmalarına imkân sağlayan etkinlikler tercih edilmelidir.
Cami ve etkinlik kursları planlamaya alınıp çocukların bu etkinliklere katılması sağlanabilir. “Çocuk evden çıksın da rahat edelim.” mantığıyla gönderilen kurslardan fayda beklenmemelidir. Gönderilen etkinliklerin faydalı olması için mutlaka takibi yapılmalı. Faaliyetlerde elde edilen kazanımların sunabileceği ortamlar oluşturulmalıdır. Camiden geldikten sonra “ayet okuma saati” yapılabilir. Piyano kursuna gidiyorsa eve gelince org çaldırılabilir. Yüzme kursundaysa belli günler denize gidip
öğrendiklerini anlatma fırsatı sunulabilir. Bu şekilde yönlendirilecek kurslar çocuklar için kontrollü ve nispeten disiplinli bir ortam sağladığı için okul açıldığında çocuklar okula daha kolay alışmaktadırlar.
Tatil planında teknoloji kullanımı konusu mutlaka konuşulmalıdır. Asım Arı’nın yaptığı araştırmaya göre günlük beş saat ve üzeri televizyon, bilgisayar, telefon ve tablet gibi araçları oyun aracı olarak kullanan çocuklardaki öğrenme kaybı üç saat ve daha az kullananlardan iki kat daha fazla oluyor. Araştırmaya göre kontrolsüz ve bilinçsiz teknoloji kullanımı öğrenme kaybının artmasına neden oluyor. Bu yüzden tatilde teknoloji kullanımı konusunda kontrol mutlaka ailede olmalıdır. Kontrolü sağlama adına televizyon izleme saatleri ve izlenecek programlar ailecek belirlenebilir. Ayrıca yapılacak bazı uygulamalarla bu süreç daha eğitici hale getirilebilir. Mesela program sonlarında ailecek sohbetler yapılıp izlenilen programlar değerlendirilebilir. Bir defter alınıp o gün izlenilenlerin kaydı tutulabilir. İzlenen filmlerdeki kahramanların özellikleri hakkında konuşulabilir. Filmlerden yola çıkarak hikâye yazma etkinlikleri yapılabilir. Tablet, telefon ve bilgisayar gibi araçları kullanırken sadece eğlence vadeden oyunlar yerine sayma ve işlem becerilerini geliştiren, kelime hazinelerini artıran uygulamaları kullanmaları sağlanabilir.
Konu ile ilgili yapılan bir diğer araştırmaya göre evine gazete, dergi ve kitap alınan çocuklardaki öğrenme kaybının alınmayanlara göre daha az olmasıdır. Bu sonuç evde oluşturulan okuma kültürünün önemini açıkça ortaya koymaktadır. Aileler olarak çocukları kırtasiyeye götürerek, onlara istedikleri kadar kitap alarak sorumluluktan kurtulamayız. Alınan kitaplar çocuklarla birlikte okunup mutlaka değerlendirilmeli. Sürekliliği olan okuma etkinlikleri uygulanmalı ve okunan kitaplarla ilgili mutlaka çoğun sunum yapacağı bir ortam oluşturulmalıdır.
Bu önerim de öğretmenler tarafından düşünülebilir. Yaz tatilinde belli dönemlerde öğrencilerle sınıfta veya belirlenen başka bir yerde (kütüphane, park, piknik alanı vb.) belli aralıkla buluşulup tatil süreci ile ilgili değerlendirmeler yapılabilir. Bu çalışmayı sekiz yıldır yapan biri olarak verim aldığımı söyleyebilirim.
Öğrenme kaybı denilince sadece öğrencilerin ders başarıları düşünülmemelidir. Burada üzerinde durulması gereken nokta öğrenmenin çocuk açısından kesintiye uğratılmaması, yapılacak planlı ve kontrollü faaliyetler ile sürekliliğin sağlanmasıdır. Burada ailelere düşen görev, yaz tatilini tesadüflere bırakarak geçirmek yerine daha planlı bir anlayış benimsemeleridir.