Telefon rehberini nereye koymuş olabilirdi? Telefon sehpasının çekmecesini yokladı, oturma odasının her bir köşesine göz gezdirdi, yemek masasının üstünde saçılı gazeteleri silkeledi, yoktu. Bond tipi çantasına bakmak aklına geldiğinde kırkıncı hasbünallahını çekmişti. Şifresi neydi bunun? “Hasbünallah!” (Kırk bir.)
Son günlerde çok unutkan olmaya başlamıştı. Hanıma tembih etmeli; haftada en azından bir kez balık pişirmeli akşam yemeğinde. Hem çocukların da zihni açılır. Bir de yirmi bir kuru üzüm yedirirdi anası çocukken, sayardı tek tek: Bir, ki, üç, dö…
Çantayı portmantoda, iş dönüşü bıraktığı yerde buldu. Oturma odasında, televizyona hafif çapraz bakan baba koltuğuna oturup dizlerine aldı James Bondu. 1-6-8 / 2-8-0. Şifreleri çevirdikten sonra aynı anda bastı kilit düğmelerine. İki kilit aynı anda açıldığında, açılış sesleri yekpare yankılandığında, kendisini sinema perdesinde hissediyor ve bundan hoşnut oluyordu.
Telefon defteri çantanın üst gözündeydi. Defterin sağındaki harfler arasında gezdirdi işaret parmağını. M harfinin üzerine gelince durdu, sayfayı açtı. Elinde telefon rehberi ile telefona yöneldi. Sol elinde tuttuğu defterdeki numaraları çevirmeye başladı.
7-4-6-2....
- Alo, Musa! Selamunaleyküm. (...) Arkadaş, bu hafta sonu sizi alacağım ben. (...) Hasanlar başka bir araba ayarlamışlar. Arkada senin hanımla çocuklar biraz sıkışacaklar ama olur o kadar, yol uzun değil zaten. (...) Saat yedi gibi hazır olun, çok geç kalmayalım. (...) Hadi selametle!
***
Telefonu kapattığında çocukları sofradan kalkmış, heyecanla arkasında toplanmışlar, gözlerinin içine bakıyorlardı. Baba, arkasını dönerken yüzüne bir hüzün maskesi taktı. Çocukların heyecanı söndü anında, tek kelime duymadan döndüler televizyonun karşısındaki minderlerine. Masmavi topanlara dayadılar sırtlarını, ellerini karınlarının üstünde bağlanıp boyunlarını büktüler. Yer sofrasında dumanı tüten kara mercimek çorbası, dört kaşıkla öksüz kaldı.
Çocukların en büyüğü, biz abi diyelim ona, balkon kapısının önündeki mindere yüzüstü kapandı. Hayalleri suya düşmüştü. Diğer çocuklarla maç yaparlardı belki ve uslu bir çocuk olursa denizde de oynayabilirdi. Yüzmeyi bilmiyordu henüz, öğreten olmamıştı. Zaten öğrenebilecek kadar çok deniz yüzü görmemişti. Kendine bile itiraf edemiyordu ama korkuyordu da biraz denizden. Belki de bu hafta sonu korkusunu yenip öğrenecekti yüzmeyi…
Dört çocuğun dördünün de kendi hayal kırıklıklarıyla İnek Şaban’ın esprisine dahi gülmedikleri bir anda, baba girdi odaya. Bu sefer yüzü gülüyordu. Hatta onların haline bakıp baya baya sesli gülmeye başlamıştı. Dalga geçiyor gibi hissetti abi, sinirlendi içten içe. Oysa söz vermişti, gideceklerdi, ayarlayacaktı bir şekilde babası.
- Şist, löngöz! Kaldır kafanı, ağlama hadi.
- Ağlamıyorum ben! Söz verdiydin, çok yalancısın baba.
- Şaka yaptım şaka. Abdurrahman amcanız götürecek bizi arabasıyla hafta sonu pikniğe.
Baba şakasından aldığı hazla gülüyordu. Çocuklar havaya sıçramışlar, mutluluktan bağrışıyorlardı. Ev bayram yerine dönmüş, üst kat komşuları merdivenleri sinirle çıkıp ev sahibine yine şikâyetçi olmuştu gelen seslerden. Ev sahibi Hacı Hasan, bir estağfurullah çekti. Daha çok çekerdi bu kiracıdan, bol çocuklu aileden kiracı almayacağından emindi artık. Hacı Hasan sabır çekedursun, çocukların cümbüşü uyuyana kadar devam etti ve hafta sonuna kadar haberin bıraktığı tebessüm, yüzlerinden silinmedi.