Avrupa ve İrsi Narsisizm

Muhtemeldir ki dünyanın en şanslı şehirleri başlıklı bir sıralamada Roma, Paris, Madrid gibi nice şehirler kendilerine tepe pozisyonlarda yer bulur. Londra, Milan, Venedik ve Barcelona’nın da onlardan aşağı kalır yanı yok hani. Kuşkusuz gözleri âmâ, dili lal, kulakları sağır bir kimse bu şehirleri güzel ve iyi olan birçok şeyle ilintili başka listelere de dahil edebilir, evet! Lakin, birkaç yüzyıl önce inşa edilmiş ihtişamlı binaların, görkemli tiyatro salonlarının, devasa amfitiyatroların ve benzeri hoş yapıtların saf cazibelerinin gölgesinde ömür tüketen bugünkü Avrupalı haletiruhiyesi zamanla çaresiz kalacaktır.  Öyle görünüyor ki bugün ağdalı başlıklarla listelerde yerleri ezelden garanti bu güzide şehirler, eli kalem tutan iyi kalpli birileri tarafından o topraklarda yaşamış medeniyetlerin insanlık tarihine kah sanat kah bilim kah kültürel anlamda yaptıkları katkıların hatırına yakın gelecekte artık sadece en şanslı şehirler olarak anılacaklar. Hal böyleyken, zamanı geldiğinde aynı kalemi Avrupa’nın zahiri yüzünü görebilen gerçekçi bir kimse eline aldığında tarih boyunca listelere mazhar olmuş bu biricik şehirleri ancak hasta şehirler başlığıyla listeleyecektir; bitap zihinlerden doğan şaibeli düşüncelerin teşhisi güç kıldığı “Narsist Şehirler”. 

Narkissos, imkansız bir aşkın pençesine düştüğünden bir haber her gün su kenarına gelip kendine sahip olmayı diler, ne kadar güzel olduğu hakkında düşler kurardı. Ta ki üzeri parlak serin suya düşüp bir çırpıda hayatını kaybedene dek. Ardından varislerine sadece acı ve hastalıklı bir hikaye bırakan Narikissos, Narsisizmin baş kahramanıdır. Sözlük anlamına bakıldığında; kişinin kendi vücuduna yönelttiği cinsel arzu ve haz anlamını taşıdığı görülür. Kavram hem psikolojik tespiti hem de kültürel bir anlamı içerirken kişinin kendi imgesine aşırı ve abartılı bir şekilde değer vermesiyle ortaya çıkan kişilik bozukluğu olarak tanımlanabilir. 

Tarihin her sahnesinde bozuk kişiliğiyle yer edinen Avrupalı, ataları Narkissos gibi kendi topraklarına aşık olmakla kalmamış başkalarının topraklarına da zaman zaman aşık olmuştur. Bu uğurda atalarından kalan mirası yaşatmak adına çekinmeden sömürgeciliğe de başlamıştır. Hastalıkları sınırları aşan yeni yetme Narkissoslar 16.yüzyılda bulaştıkları bu işi huy edinip 20.yüzyılı kadar keyifle sürdürmüştür. Varisler Portekiz öncülüğünde sömürülecek coğrafyaları genişleterek ardına İspanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Hollanda’yı da katmıştır. Öyle ki, murislerinden kalan mirasa koşa koşa sahip çıkan Avrupalı çok uzun bir süre ataları Narkissos’un hastalıklı ruhunu gururlandıracak hatta onu kıskandıracak bir hayat yaşadı. Çok geçmeden sefaletin sürgün edildiği bu topraklara daha konforlu bir yaşam için sömürülenlerin torunları davet edildi.

İnsanı nesne olarak görme fikrinden değil utanmak aksine bununla gurur duyan zihniyet şehirlerini, sokaklarını ve iş yerlerini kas gücü olarak gördüğü insanlara teslim etti. Kas paraya, para refaha dönüştü ve bir süre sonra sinsi bir biçimde refah rehaveti peydahladı. Nihayetinde Avrupalı serin ve parlak suda yansımalarına doya doya bakmak için evlere çekildi. Zaman geçti sömürülenlerin torunları kendilerine, kendilerinden kas gücü oluşturdu. Yetmedi torunlar nitelik olarak Avrupalıları yetişirken nicelik olarak da önlerine geçti; günün sonunda torunlar torunlara kavuştu. Sonunda güneşi üzerlerine sığdıramamakla övünen Avrupalı, şimdi birkaç ömürdür sömürdükleri coğrafyalara ait insanları kendi topraklarında mülteci, vatandaş yahut turist olarak bile görmeye tahammül edemez hale geldi. Ellerinde bir tek onları günden güne kemiren kuşku ve hasta eden rehavet kaldı.
 


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı