“Ey Allah’ ım, senden ahdini, vaat ettiğin yenme yardımını dilerim. Ya Rabbi, sen olmasaydın biz doğru yolu bulamazdık; sadaka veremez, namaz kılamazdık. Bize güç ve kudret ver. Düşman ile karşılaştığımız zaman bizim direnme gücümüzü artır. Çünkü düşman bize zulüm etti. Üzerimize geldi. Fitne verince biz ondan çekindik. Ey Kuran’ı indiren Rabb’im, ey hesabı çabuk olan Allah, bu düşman topluluğunu yok et. Ey Allah’ım, düşmanı kır. Düşmanları yerinden oynat. Bizim karşımızda duramasınlar. Biz senin kullarınız. Onlar da senin kullarındır. Biz de senin elindeyiz. Onlar da senin elindedir. Ey Allah’ım düşmanları kahreyle ve bizi muzaffer kıl! Amin...”
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in savaştan önce okuduğu bu duayı askerlerle birlikte okuyan, yaralı olanı sinesine basıp şehid olanı yediyle türaba gömen
Alay İmamlığı
Osmanlı ordusu içerisindeki kara ve deniz kuvvetlerinde askerleri dini hususlarda bilgilendirmek, galibiyete şevklendirmek, morallerini yüksek tutmak ve savaş sırasında onlara cesaret vermek için görevli bulunan imam ve müftüler bulunmaktaydı. İlk olarak Yeniçeri Ocağında varlığına rastladığımız bu imamlara “imâm-ı hazret-i ağa”, “ağa imamı” veya “ocak imamı” gibi isimler verilmişti.
Ocak imamı makamına yalnızca Ocakta yetişen ve Orta Camiînde ders veren müderrisin talebesi olan imam tayin edilebilirdi. Bir de Ağa Kapısındaki caminin beş müezzininden en yetkili olan isim Ocak imamı olabiliyordu. Bu şartlara uygun kişi Ocak imamı olduktan sonra Ocaktaki camide namaz kıldırır ve sefer zamanı orduya yeniçeri ağası ile birlikte dahil olurdu. Sefer harici vakitlerde de yine yeniçeri ağası ile birlikte ayda bir defa sadrazamın huzuruna çıkar, bayramlarda padişahın bayramlaşma merasiminde bulunurdu.
Sultan III. Selim döneminde bizzat padişahın isteğiyle kurulan Nizâm-ı Cedîd ordusu için bir Levent Çiftliği Kanunnamesi hazırlanmış ve bu kanunname gereği her bölüğe bir imam tayin edilmesi suretiyle askere namaz kıldırmaları ve dahi Birgivî Risâlesi okumaları şart koşulmuştur. Sultan II. Mahmud döneminde Osmanlının en büyük hadiselerinden biri olan Yeniçeri Askeri Ocağının kaldırılmasıyla birlikte kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı teşkilâta ise yeni bazı hükümler getirilmiştir.
“Her saf (bölük) için bir mektep açılacak, buralarda her gün Kur’ân-ı Kerîm ve ilmihal dersleri verilecektir. Neferlerin beş vakit namazı cemaatle kılmaları için her safa birer imam tayin edilecektir.”
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye alaylarının birinci taburlarında görevli alay imamları her türlü dini hizmetten sorumlu olup dini bilgiler veren, cemaatle namaz kıldıran, cenaze işleriyle alakadar olan giydikleri özel üniformalarla askeri memurlar oluyorlardı. Dolgun maaşları ve kılık kıyafetleri ile yeni kurulan bu orduda artık belli bir nizama göre hareket ediyorlardı. Devlet protokolünde yüzbaşıdan önce kolağasından ise sonra gelen alay imamları terfi ettiklerinde “alay müftüsü” olurlardı.
Alay imamları orduyla birlikte savaşlara gidiyor, namazlarını kıldırtıyor, okuma yazma bilmeyen askerlerin mektuplarını okuyor, annesini, evladını, eşini özleyen askerleri teselli ediyor, yaralanan veya son anlarını yaşayanlara İslami telkinlerde bulunup şehadet yolunda kelime-i tevhidi okuyorlardı. Savaş hengâmında düşmana kurşun sıkarken ordunun müşfik bir babası misali askerlere şefkat kucaklarını açıyorlardı.
Sayısız Türk evladının toprağa düşüp şehit olmasına tanık olan, nicesinin kucağında şehadetine şahid olan Gazi Mustafa Memduh Özaktaş da Osmanlı ordusundaki alay imamlarından biridir. Ancak 90 sene sonra farkına varılıp ölümünden elli yıl sonra da değeri bilinmeye başlanan nice fedakâr ve cefakâr askerlerimizdendir.
Rize’nin en değerli âlimlerinden birinin torunu olan Gazi Mustafa Memduh Özaktaş, çiftçi bir babanın dört evladından biri olarak 1880 yılında Rize’nin Kaptanpaşa ilçesine bağlı Adamiç köyünde dünyaya gelir. Kendisinden başka üç kız kardeşi olan Mustafa Memduh, 14 yaşında İstanbul’a gelerek medrese eğitimine devam eder. 1903 senesinde henüz 16 yaşında iken eşi Nebiye Hanım ile evlenir. Bu sırada medrese eğitimi devam etmektedir. Artık evli ve çocuklu bir baba olan Mustafa Memduh 1910 yılında girdiği sınavları kazanarak tabur imamı olarak orduya katılır.
Balkan Harbi’nde 10. Alay tabur imamı olarak görev yapar. Sonraki yıllarda ömrü vatan savunmasında geçecek olan Mustafa Memduh Efendi, 1915 yılında 71. Alay tabur imamı olarak Çanakkale Muharebelerine katılır ve Kerevizdere mevkisinde alay imamlığı görevinde bulunur. Çanakkale Muharebelerinden sonra 1916’da Kafkas, 1917’de Filistin cephelerine gönderilir ve buradaki görevleri sırasında nice askerin şehadetine, nice kardeş ve dindaş insanın ihanetine ve belki de en acısı nice kutsal bölgenin elden çıkmasına şahit olur.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından görevine devam eden Mustafa Memduh büyük şehirlerin işgâline tanık olur ve vatanın mutlak kurtuluşu için 1919’da 126. Alay 2. Tabur imamı olarak İstiklâl Harbi’ne katılır. Bu birlikle sırasıyla Pozantı, Gediz, Birinci İnönü, İkinci İnönü, Aslıhanlar, Dumlupınar, Seyitgazi, ve Sakarya Meydan Muharebesi ile Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ne iştirak eder.
Ağyarın vatan toprağından sökülüp atılmasında, gazilerin yaralarının sarılmasında, şehitlerin son nefeslerini iman ile vermesinde ve daha nice büyük hadisede katkısı vardır bu yılmayan ve vatan sevgisiyle cepheden cepheye koşan kahramanın lâkin artık savaş bitmiş ve Cumhuriyet ilan edilmiştir. Mustafa Memduh ülkenin yeniden ayağa kalkmasının ardından orduda görev yapmaya devam eder.
Bir vakit sonra kendisini İstanbul’da bir kütüphane görevine tayin ederler. Kütüphanede bulunan kitaplara çeşitli haşeratın zarar vermemesi için kullanılan fare zehiri gibi benzeri bazı maddelerden gözleri rahatsız olmaya başlar. Daha evvel Balkan Savaşları sırasında esir düşmesi ve atıldığı ilaçlı kuyular sebebiyle zaten rahatsız olan göz rahatsızlıkları burada nükseder. İlerleyen yaşı, cepheden cepheye koşmasıyla yıpranmış bedeni ve gittikçe ağırlaşan görme yetisi Gazi Mustafa Memduh’un artık görevini yapmasına engel olmaya başlamıştır. Yine de her halde ve her koşulda sızlanmadan görevini yerine getiren Gazi, 1935 yılında yaş haddi gerekçesiyle emekli edilir.
Nice savaşta bulunmuş, nice cephede görev yapmış, sancakların düşmesine de vatanın yeniden dirilişine de şahitlik etmiş Muvazzaf Asker Gazi Mustafa Memduh Özaktaş 1935 yılında artık emekli bir sivil olarak yayan bir vaziyette memleketi Rize Çayeli’ne doğru yola çıkar. Geride bıraktıkları mı yoksa kuracağı yeni hayatı mı daha zor olacaktır bilinmez. Çünkü Gazi Mustafa Memduh Özaktaş henüz askere gitmeden önce evlenmiş ve çocuğu da olmuştur. Kendisi cephede olduğu sıralarda ailesi Bursa’da ikâmet etmekteydi. Ermeni çetelerin baskın ve katliamlarından dolayı eşi çocuklarını da alıp Rize’ye göçmüş ve hayatlarına burada devam etmişlerdi. Şimdi bülbülün güle kavuşması, askerin çiğnetmediği namusu ile kucaklaşması yaşanacaktı.
İstanbul’dan Rize’ye 1220 kilometrelik yolu yaya bir vaziyette giden Gazi Mustafa Memduh Özaktaş tam Rize Merkez’e ulaştığında ayağına giydiği çarıktan bozma ayakkabısı kendisi kadar dayanıklı olmaz.
Hastanenden çıktıktan sonra Çayeli’ne gelen Gazi Mustafa Memduh nihayet uzunca bir yürüyüşten sonra Çukurluhoca köyüne ulaşır. 1903 yılında henüz 16 yaşında iken kendisiyle evlenen Nebiye Özaktaş, yedi çocuğu olmasına rağmen evlendiğinde dahi eğitimine devam eder, sonrasında askeri görevleri sebebiyle çoğunlukla ayrı kaldığı eşiyle artık kavuşur lâkin Mustafa Memduh Özaktaş rahatsızdır. Bundan sonraki yıllarda görme yetisini tamamıyla yitirir.
Yaşlılığında eşiyle birlikte kızı Melahat Bağatur’un kendisine tahsis ettiği Yakacık’taki evde yaşar. 1963 yılından sonra ise oğlu Kâzım Taşçıoğlu’nun yanına Trabzon’a gider. Tüm bu vakitlerde Balkan Harbi hariç katıldığı tüm savaşları ve özellikle Çanakkale Muharebelerini çocuklarına anlatır. “Eğer Çanakkale Harbi olmasaydı, İstiklal Harbi’nde mağlup olurduk.” “Çanakkale bir milli uyanıştır.” gibi cümlelerle nitelerdi düşmana geçit verilmeyen cepheyi. Yaşadığı ilginç olayları, esir düşüp bir Ermeni tarafından kaçırılmasını, vatana girişini, tanık olduğu hadiseleri, askerlerin şehadetlerini destansı bir ifade ile sürekli dile getirir. Ancak maalesef anlattıkları kaleme alınmadığından “söz uçar yazı kalır” hakikati gereğince kendisiyle birlikte uçar gider masivaya.
Ömrünü devlet hizmetine adamış, canını vatana feda edip cepheden cepheye koşmuş, esir düşüp işkence görse de hiçbir darbe ile yıkılmamış bu ulu çınar 27. 05. 1967 tarihinde yaşlılığa bağlı olarak 87 yaşında hayatını kaybeder. Aile efradı tarafından baba ocağına şimdilerde Rize ili, Çayeli ilçesi Çukurluhoca köyüne defnedilir.
Askeriyeden emekli edildikten sonraki yıllarında ne bir devlet yetkilisi aramış ne de askeri bir anma yapılmıştır Mustafa Memduh adına. 1967 senesinde hayata veda ederken yine devlet töreniyle defnedilmediği gibi sonraki yıllarda tümüyle unutulmuştu. Ta ki 2013 senesinde Resmi Çanakkale koleksiyoneri Sayın Seyit Ahmet Sılay’ın eline Teğmen İbrahim Naci’nin Çanakkale günlüğü geçene kadar.
2013 senesinde Beşiktaşlı İbrahim Naci’nin günlüğü bulunmuş ve Koleksiyoner tarafından envanterine katılmıştır. Çanakkale Savaşları sırasında yaşanan hadiselerden, nasıl ve ne şekilde yemek yendiğinden, çarpışmalardan oldukça detaylı bir şekilde haber veren günlüğün arka tarafındaki mührü okuyan Seyit Ahmet Sılay, mühürdeki ismin peşine düşerek Alay İmamı Mustafa Memduh’u millî vicdana hatırlatmış ve tarihin tozlu rafları arasındaki arşivlerden bu önemli ismin varlığını gün yüzüne çıkarmıştı. Sonrasında tespit edilen mezarı ve yapılan birkaç ziyaretle birlikte bu şanlı kahraman artık gönüllerimizde ebedi yerini almış vaziyette.
Lâkin ömrünü cephelerde geçirmiş, düşmanı vatan toprağından kovmuş bir asker olan Gazi Mustafa Memduh Özaktaş sessiz sedasız yaşadığı gibi yine sessiz sedasız yatmakta doğduğu topraklarda. Şehadet şerbeti içen askerlere müşfik bir aile büyüğü olan Gazi, yine müşfik bir halde emanet bıraktığı toprağın gençlerinin ziyaretini beklemekte.
Ve elbette yeteri kadar hatırlanıp hak ettiği değerin verilmesi dileğiyle…