Uzunca bir vakittir ilm’ün nefs ’in çatısı altında ilim işçilerince, çokça yöntemle insan ve ruhu üzerine incelemeler, araştırmalar ve detaylı deneyler yapılır. Türlü didinmelerin sonucu elde edilen bulgular, bin bir dertle ortaya çıkarılan bilgiler, kavga ve dövüşle varılan sonuçlar netice itibariyle döner dolaşır sadece Latin kökenli birkaç kelimenin içerisini doldurur, onların varlık sahasına dahil edilmelerine sebebiyet verir. Bununla beraber ilmin işçileri geceli gündüzlü ruhun tarifiyle hemhal olurken insanlık kervanına tatmaları için bir keşif imkanı da tanırlar. Kervanda keşfeden ve keşif olunanlardan biri de seyyahtır. Kimi seyyah kibir ve gururdan yapma kürekleriyle farkında olmadan uçsuz bucaksız beyhude bir deryada yolculuğunu sürdürür. Kimi nafileliği, yersizliği, yararsızlığı kendine gayret edinmiştir. Kimi seyyah da şevk ve arzularının istikametinde geliştirdiği kabiliyetlerini seyri devam ederken medeniyetle süsler, zenginlikle tatlandırır. Dahası pozitivizmin ona verdiği yetki ve sorumluluk bilinciyle bunu pekiştirir, geliştirir akabinde düşünsel bir seviyeye çıkartır. Seyir tamamlanmak üzeredir, seyyah bu mesafede kendini aşırı medeni olarak adlandırır.
Fakat yetmez!
Sayısız yıllar ve yollardan sonra aşırı medeniyete kavuşmuş seyyah nafilelikle bezenmiş, medeniyetle süslenmiş seferini taçlandırmak zorundadır ve sanat bunun için vardır. Yüzyıllarıdır hazır ve nazır bir biçimde seferlerden geçmiş seyyahlara taç olmak için beklemektedir. Nihayetinde sanat el emeği değmiş ışıltılı elmaslarla, adı kendinden büyük kıymetli taşlarla ve çileyle dikilmiş kumaşlarla hazır edilmiş bir taç siluetinde seyrinin sonuna gelmiş seyyahın yol boyunca şiar edindiği boş vermişliğini, amaçsızlığını ve büsbütün noksanlığını tüm ihtişamıyla örter ve seyyah seferini pirüpak bir şekilde tamamlar.
Fakat sanat?
Peki ya aynı yolu farklı alet edevatla geçmeye çalışan seyyahlar?
Tevazuyu, yalınlığı, sadeliği sırtlarını yük edinmiş, sıkı sıkı sarıldıkları inançları üst başlarına dert olmuş, medeniyeti aşırılara kaptırmış, sanat ve zanaatın çok görüldüğü eksik seyyahlar. Bereketin, zenginliğin, servetin içerisinde olmalarına rağmen kendilerini noksan saymış, zayi olanlar. Dünya üzerinde kötülüğün var olamayacağını düşünen, kötülüğün mevcudiyetini yaratanına yakıştıramayan, şerrin, kinin, hainliğin ve hasettin iyiliğin noksan bir tarafı olabileceğine inananlar. Türlü gayretle, zorlukla başladıkları seferin ortasında yahut sonunda sanat gibi sığınacak fiyakalı bir limanı olmayanlar.
Evet!
Noksan seyyahlar, zayi olanlar. Kuşkusuz üzerlerine dikili kabuğu seyir boyunca sırtlarında yük olarak taşıdıkları tevazu, yalınlık ve sadelikle kırmak zorundadırlar. Beyhude çöllerin içerisinde gösterişli taçlarla gezinenleri, azimle, gayretle, çabayla, terle çok daha fazla çalışarak geçmelidirler. Onların aksine gördükleri yerleri, tükettikleri yolları değiştirmeli, güzelleştirmeli ve onarmalıdırlar. Çıktıkları seferin sonuna ulaştıklarında, onları takip edenlere faydalanılacak uğraklar ve eserler bırakmalıdırlar. Ancak böyle bir seferin sonunda seyyahın seyrinin berraklığı kabul edilebilir. Netice itibariyle katışıksız bir seyyahın cilalanmış sanatın örtüsüne ihtiyacı olmayacaktır. Aksine seyyah, sanatı seferleri için hizmetkar edecek ve kendini sadece Latin kökenli birkaç kelimenin içerisini doldurmaktan azledecektir.