Okullar; okuma yazma öğretimi dışında en yüksek düzeyde bilim ve sanat bilgisi vermeye kadar çeşitli derecede toplu öğretimin yapıldığı yerlerdir. Okullar, kuşaktan kuşağa bilgi aktarımının en önemli araçlarından biridir.
Okul ve okuduğumuz dersler, yaşamımız boyunca ihtiyacımız olacak temel bilgi, beceri, tutum ve davranışları edinmemiz ve bunların dışında kalan gereksinimlerimizi elde edebilecek becerileri kazanmamız içindir. Toplum yaşamı hızla değişmekte, bilim ve teknoloji sürekli gelişmektedir. Bu nedenle insanların eğitimi daha da önem kazanmaktadır.
Okul; bize yaşamımızda gerekli olan bilgi, beceri, iyi alışkanlık ve davranışları kazandırmalı, ailemize ve topluma yararlı bireyler olmamızı sağlamalı, kendi ulusumuzla birlikte diğer ulusları da sevmeyi öğretmelidir. Bir ülkenin ilerlemesi ve kalkınması ancak eğitim alanındaki başarısına bağlıdır.
Okul; bize iyi yurttaş olmayı, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamayı, onlara saygı duymayı öğretir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan ayırt edebilme bilinci kazandırır. Karar verebilme ve sorunları çözebilme becerilerimizi geliştirir.
Yukarıda okul için zikredilen ifadeler aslında her birimizin içinden geçen “keşke”lerden ibarettir. Evet, “okul” kurumunun toplum tarafından kabul edilen görev ve sorumluluklarının en başlıca olanlarıdır. Ancak günümüz uygulamalarını düşündüğümüzde yukarıda belirtilen amaçların kaçını hakkını vererek hayata geçirebiliyoruz?
Eğitimde modern anlayış, teknolojik yatırımlar, her şeyin akıllısı, hızlısı, uçuğu, kaçığı derken okullardan uzaklaşılmaya başlandı. Bu gelişim aslında çocukların yalnızlaşmasına, kitap okumaktan uzaklaşmalarına neden oldu. Öğrenme sürecine dikkatlerini toplamayı güçleştirdi ve en kötüsü de bağımlılık haline geldi. Bilgi kirliliği ve bu bilinçsiz kullanımı önlemek amacıyla teknolojik donanımın, öğretim ortamında ne amaçlarla kullanılması gerektiği çocuklara ve gençlere iyi anlatılmalıdır.
Çocuklarımıza 12 yıl zorunlu eğitim veriyoruz. Okul öncesi ve üniversite ile birlikte yirmi yıla varan bir resmi eğitim süreci var. Ailede aldıkları eğitim de cabası. Sürekli bir öğrenme süreci söz konusu. Peki neden? Bu kadar zamanda aynı öğrenciye ne anlatıyoruz okullarda? Tabi ki döndürüp dolaştırıp aynı şeyleri anlatıyoruz. Bence günümüz eğitim anlayışını kalitesiz hale getiren sebeplerden biri de bu maalesef. Öğrenci okulda gerçek yaşam problemleriyle karşı karşıya kalmayınca kendisini okula ait hissetmiyor ya da okuldaki etkinlikleri her defasında eleştirmeye kalkışıyor. Bu yüzden öğretmenler olarak en çok karşılaştığımız klişe soru: “Hocam bu gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” Soru komik gibi dursa da ciddi boyutta düşününce cevap vermekte zorlanıyoruz öyle değil mi?
Türkiye’nin eğitim tarihi incelendiğinde, cumhuriyet döneminden itibaren eğitsel konuda sınırlarını aşan ve kısa zamanda bir kültür haline gelerek memleketi toptan aydınlatan ancak çok geçmeden vazgeçilen bir devirden bahsetmek isterim: Köy enstitüleri. Burada köy enstitülerinin faydalarını anlatmayacağım tabi ancak bugün olmayıp da o günler eğitim hayatımızda var olan nitelikleri de yadsımamamız gerekir. O gün öğrenci olan insanların sonrasında tüm Anadolu’yu ilim irfan yumağı haline getirmek için gösterdikleri çabalar unutulmamalıdır. Bence yine köy enstitüleri modeli gibi çevresel koşullara göre düzenlenmiş, yaratıcılığa ve bilginin üretime dönüştürülmesine olanak verecek eğitim modellerini gündeme getirmemiz gerekli. Çünkü yaşamla örtüştürülemeyen aşırı teorik ve kuru bilgilerin, yaşamdan uzak müfredatların, yaratıcılığın köreltilmesine sebep olduğu uzun zamandır hepimizce görülmüştür herhalde.
Peki, aslında okul ne işe yarar? Öğrencileri neye hazırlar? Okullar bireylere meslek mi kazandırır? Tabi bu soruları bir ortaöğretim öğretmeni olarak soruyorum. Meslek edinme sürecinin okulun görevlerinden biri olduğu zikredilip durulur. Ancak hangimiz lise sıralarında okuduğumuz bölümle ilgili mesleklere yöneldik? Ortaöğretim döneminde mesleki anlamda bize katkı sağlayacak hangi uygulamaları hatırlıyoruz? Günümüzde teknik ve dini anlamda mesleki eğitim veren okullar faaliyet göstermekte. Normal şartlarda bu okullardan mezun olan bir öğrencinin mesleğini eline almış ve bu konuda hizmete hazır bireyler olmaları beklenir. Ancak meslek okullarında dahi durum bu kadar basit değildir. Çünkü çocuk hangi programdan çıkmış olursa olsun kesinlikle “sınav”engelini aşmak zorundadır. Eğitim standardımızı düşüren sebeplerin bir diğer ucunda da sınava yönelik eğitim sistemi gelmektedir. Hâlbuki okullar; öğrencileri sınavlara hazırlayan mekânlar olmaktan çıkarak, genç insanların meraklarını tetiklemeli ve onların ilgi, yetenekleri doğrultusunda daha esnek olmalıdır. Mesela yeni geliştirilen programlarda ihtiyaç analizi yapılırken öncelik öğrenci ihtiyaçlarına verilmelidir.
Okullar artık tek başlarına motivasyon kaynağı olmaktan çıkmış gibi görünüyor. Okulun verimliliğini arttırabilmek, öğrenciyi okula motive etmekle olabilir. Öğrencilerin okullarına devamsızlık sorunundan dolayı değil; okulu çekici görerek gelmeleri sağlanmalıdır. Bu, aslında hayalî görülse de o kadar ulaşılmaz bir amaç olmasa gerektir. Eğitimin olmazsa olmaz başkahramanları, dört yapraklı yonca misali (yöneticiler, öğretmen, aile ve öğrenci) birbirine kenetli olmalı, sorunların çözümünde eşit derecede sorumluluk sahibi gibi davranmalıdır.
Kısaca özetlemek gerekirse, okul;
- gençlerin farklılıklarının zenginliğe dönüştürüldüğü,
- yeteneklerinin ve girişimcilik özelliklerinin keşfedildiği,
- eğitilip mutlu yaşamaları için hayata hazırlandıkları,
- gerçek hayatta kullanabilecekleri bilgilerle donatıldıkları,
- sosyalleşme ve topluma uyum sağlama sürecinde gençlere katkıda bulunan bir yer olmalı ve haklarını bilen, arayan sağlam karakterli bireyler yetiştirmelidir.