Ahmet Muhip Dıranas’ın Selam Adlı Şiirinde Bergson İzleri

Epistemoloji, modern çağda felsefenin özel bir alanı olarak ortaya çıkmıştır. Bu alanın bilginin kaynaklarına ilişkin meseleleri ise asırlarca filozofları meşgul etmiştir. Bilgi kaynaklarından birini teşkil eden sezgi, farklı yaklaşımlarla zaman içinde açıklanmaya çalışılmıştır. Nitekim Fransız filozof Henry Bergson, felsefe alanında yaptığı araştırmalarla Batı felsefesine yenilikler getirmeye çalışan bir düşünür olmuştur. Felsefe yapmanın zekânın gücünü ve sınırlarını aşan bir etkinlik olduğunu savunan Bergson, sezgiyi zekânın yerine getirmiştir. Sezgi üzerine yoğunlaşan Bergson’un fikirleri yirminci yüzyılın başında Türkiye’de kendisine taraftar bulmuştur. Netice itibariyle Türkiye’de Bergsoncu denilebilecek bir çevre oluşmuştur. 1

Sezgicilik olarak da anılan Bergsonculuk düşüncesi, ülkemizde ilk defa Dergâh mecmuası etrafında toplanan bazı Darülfünun hocaları ve talebeleri tarafından benimsenmiş ve savunulmuştur.2  Bergson’un düşünceleri, bu derginin edebiyat alanındaki temsilcisi Yahya Kemal’in etkisiyle, Türk edebiyatına yansımıştır. Nitekim Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek gibi sanatçılarda da Begson’dan izler görülür. 

Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirleri incelendiğinde bu sanatçılarla benzer bir zaman anlayışına sahip olduğu fark edilir. Daha çok kendi zamanının peşinde olan şair, ferdî olarak yaşanan zamandaki unutulmuş günler, eski aşklar ve hatıraların peşindedir. Bir bakıma Proust gibi, Abdülhak Şinasi Hisar ya da Huzur’daki Tanpınar gibi geçmiş zamanın peşindedir. Bu bakımdan Dıranas’ta zaman temi, Bergson’un “durée” (süre) düşüncesi penceresinden ele alınabilir. Dıranas’ın Köpük adlı şiirini bu açıdan değerlendiren Hilmi Yavuz’un konuyla ilgili düşünceleri şu şekildedir: 

“Dergâh, Kurtuluş Savaşı’nı Bergsoncu bir élan vital olarak kavrıyor; bu da, felsefenin bir dünya görüşü, bir praxis olarak kullanımını imliyor. Bu, kuşkusuz, önemli. Ama belki de daha da önemlisi, Yahya Kemal’de, Ahmet Hamdi Tanpınar’da ve hiç sözü edilmediği halde Ahmet Muhip Dıranas’ta Bergson düşüncesinin Durée kavramının bir felsefi matris olarak kullanılmasıdır.” 3

Dıranas’ın Selam adlı şiiri, Bergson’un “durée” düşüncesi bağlamında, yaşanan zamanın, yani anın, anımsanan zamanla bir köprü oluşturması bakımından benzerlik gösterir: 

             Selam
Uçuşuyor duran bir ânın havasında
Işıktan kuşları bir akşam seherinin;
Gündüzün geceyle buluşan noktasında
Yaklaşıyor musikîsi eteklerinin.

Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi
Kanatlarını açmada bir altın devir.
Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği;
Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir;

Selâm, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selâm senelerce, senelerce evvele,
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele.

Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir,
Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar; 
Ey hafıza! Cömert memenden beni emzir,
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!

Uzattığımız bu tası dolduracak mı?
Yine bol sularla akarak o çeşmeler?
Yoksa, hiç bulunmayacak kadar uzak mı?
Dudakları öpüşlerle dolu geceler?

Ey, pembe akşamların kara sevdaları!
Güzelliklerine doyulmamış zamanlar!
Ergen yastığının ateşten rüyaları!
Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ölmüş anlar!..

Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En güzele, en iyiye, sen sevgiliye
Selâm, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selâm senelerce, senelerce öteye… 4

Dıranas için hatıraların kapısının aralandığı “an” özellikle gündüzün geceye döndüğü akşam vaktidir. Şair, herkesin evine çekilip bir nevi kendi kendisiyle baş başa kaldığı akşam vaktini, hatırlama için en uygun an olarak görmüş olsa gerektir ki Olvido 5  adlı şiirinde de “Hoyrattır bu akşamüstleri daima/Gün saltanatıyla gitti mi bir defa” dizeleriyle aynı duruma işaret etmiştir. “Yaklaşıyor musikisi eteklerinin” dizesiyle şairin, zihninde geçmişe ait en ufak bir sesi musikiye benzeterek yücelttiği görülür. Bir anlamda geçmişi anımsatan  “an” musikiye dönüşmüştür. Tanpınar’ın “Musiki, daima oluş halindedir. Zaman gibi ve onun nizamıyla kendi kendisini yiyerek büyür, kendinde doğar ve kendinde kaybolur.”6  şeklindeki ifadelerinde geçen musiki tanımının Bergson’un “süre” tanımıyla ne denli benzeştiği ortadadır. Bu bağlamda Dıranas’ın, “Musiki giydirilmiş zamandır.”7  diyen, hocası Tanpınar’ın zaman konusundaki düşüncelerinden etkilendiği muhtemeldir. 

İkinci dörtlükte, bu hatırlama kapısından geçilerek ömrün ve ölümün güzelliğinin söylendiği “bir altın devir”in başladığına tanık oluruz. Hafızanın içindeki “ufukları baştanbaşa gül rengiyle kaplı” olan bu anımsama âlemi, aynı zamanda şiire en muzaffer anlatımlar için de saf bir kaynaktır. En güzel şiirler, hafızanın süzgecinden damlayarak biriken hatıraların anlatıldığı eserlerdir. Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir dizesiyle, ilk iki dörtlüğün, hatıraların anımsanması noktasında şiire bir giriş niteliğinde olduğunu görürüz. Buraya kadar sanki tüm vakitlerin bir anlığına durduğu bir akşam vaktinde, altından devirlerin musikisini duymaya başlayan şair, “selam sonsuzluğun aydınlık bahçesinden/Selâm senelerce, senelerce evvele”   dizeleriyle hatırlama âlemine giriş yapar.

Selâm şiirinde “senelerce, senelerce evvele” selam yollayan şairin, şiirin en son dizesinde “senelerce, senelerce öteye” de aynı selamı yollaması, geçmişten gelen ve sürekliliğini devam ettiren zamanın duraksamadan ilerlemesinden başka bir şey değildir. “Ömür ve ölümün güzelliği, sonsuzluğun aydınlık bahçesi” de aynı şekilde geçmişin hatıralarla “şimdi”de yaşanmasından ibarettir. Bu açıdan, hatırası kalbe dökülen her şey, en güzel, en sevgili ve en iyidir. 

Durée, geçmişin şimdi içinde barınıp devam etmesi ve geleceğe uzanmasıdır. Geçmiş, sürekli olarak kendi üzerine yığılır halde birikerek geleceği inşa eder. İçimizde akıp giden zaman olarak ifade edilen süre (durée), belleğin geçmişi şimdide taşıyıp devam eden yaşamı; ya içinde geçmişin durmadan büyüyen imgesinin ayrık bir biçimini taşıyan, ya da daha büyük olasılıkla geçmişin, niteliğin sürekli değişimiyle arkamızdan sürüklediğimiz, yaşlandıkça daha da ağırlaşan bir yük olduğunu gösteren şimdidir. 8

 Selam şiirinde Bergson’a dair en güçlü emareler dördüncü birimde yer alır. Geçmiş zamanları kalbiyle arayıp bulmak üzere olan şairin “yarım kalmış rüya”ları devam ettirmek istemesi, matematiksel zamanla değil, şairin zihninde yaşadığı zamanla, yani “durée” ile mümkün olabilecek bir durumdur. Bergson’a göre de gerçek süre, şuurun idrak ettiği süredir. Burada geçmiş zaman ya da gelecek zaman yoktur. Tüm zamanlar artık “şimdi” olmuştur. “Zira bütün geçmişler vaktiyle ‘şimdi’ (hal/present) idi. (…) O halde hayatımız bir anlar manzumesidir.” 9

Bu dörtlükte öne çıkan bir diğer unsur hafızadır. “Ey hafıza! Cömert memenden beni emzir,” dizesi, geçmişe dair daha fazla hatırayı anımsamak isteyen şairin yakarışıdır. Tüm hatıralar, yaşanmışlıklar, kısacası geçmiş zamanlar hafızada yer almaktadır. Bergson’a göre de geçmişin biriktiği yer hafızadır. Çünkü “geçmişin şimdi içinde yaşadığı, varlığını devam ettirdiği, ruhi hayatımızda elde edilenlerin ‘şimdi’de şuura kendiliğinden geldiği yer, hafızadan başka bir yer değildir. Hafıza bunu hatırlama suretiyle yapar. Hatırlama da geçmişin lazım oldukça kendiliğinden gelip hal ile kaynaşmasından ibarettir.” 10 Bergson düşüncesi bağlamında, hatıra dediğimiz şey, aslında bir varlığın, durumun ya da bir şeklin, kısacası yaşanılan şeylerin zamanla uyumlu bir birliktelik sağlamasıdır. Bergson buna zamandaşlık demektedir. Yani süre (durée)’nin diş izlerini taşımasıdır. Bundan dolayıdır ki yıllarca ömür süren insanların hatıraları, ömürleri uzunluğunda değil de çok daha kısadır.  Bu yüzden Dıranas da hatıralara ulaşmak için hafızasından yardım istemektedir.

Şiirin devamında, Dıranas’ın geçmiş günleri “şimdi”(hal)de nasıl yaşadığına tanık oluruz. Çeşmelerden sular dolduran, aşk dolu günler geçiren şair, bunları hatırlarken tekrar yaşanıp yaşanamayacağı kuşkusuyla doludur. Esasında sürekli değişim halinde olan insanın aynı “an”ı tekrar yaşayamayacağı açıktır. Bergson’a göre de “gerçek zaman olan sürenin özü akıp gitmektir. Bundan dolayıdır ki zaman, olup bitmekte bulunan ve hatta her şeyin olup bitmesini sağlayandır”11  Tüm akıp giden bu zamanın en önemli özelliği değişimi sürekli kılmasıdır. “Bergson, durée’nin temel ayırt edici özelliğinin, değişmek ve yenilenmek olduğunu söyler. Ne kadar yalın olursa olsun her saniye değişmeyen hiçbir ruh durumu yoktur. (…) Durée, geçmişi şimdi içinde uzatan bir belleğin kesintisiz yaşamıdır.” Hiçbir insan için yaşanılan an, bir daha aynı an olamayacaktır. Bu değişimden dolayı geçmiş güzel günleri aynı heyecanıyla yaşayamayacağını bilen Dıranas, biraz da hüzün içindedir.

Zamanın, sürekli akışı karşısında değişimin de sürekliliği fikri Dıranas’ın Saat, Zaman ve Kişi adlı şiirinde de dile getirilir: 
Saat çalar, zaman yürür,
Ben susarım, otururum;
Saat çalar, zaman yürür.

Geçer günler, aylar, yıllar
Ve yüzyıllar, ben dururum;
Geçer günler, aylar, yıllar… 

Zaman kesin; bağışlamaz. 12
        (…)
Zamanı gün, ay, yıl, yüzyıl olarak bölsek de o, aslında bir ırmak gibi sonsuzca akar durur. Zamanın bölünmüş hali, matematiksel zamandır. Hiçbir ad, hiçbir tanımlama, hiçbir betimleme onu durağan bir kalıba sokamaz. Çünkü onun karakterinde akıcılık, geçicilik vardır. Acımasızlığını da bu karakterinden alır. Bu hâliyle zaman bağışlayıcılığı olmayan yüzüyle belirir. Süre’nin bağışlayıcı olmayan bu yüzü, onun yarattığı değişimdir.

Şair, Geçen Günler adlı şiirindeki “Birbiri arkasından/Batan Güneşler gibi,/Yelkovan ve akrebi//Döngüsünde durmadan/Vuran kampanalarla/ Geçiyor bütün günler”13  dizeleriyle de zamanın durmaksızın akışını ifade eder.

Kara sevdalarla geçen pembe akşamlar, gençlik çağının ateşli rüyaları, çocukluğun saf kalbindeki hayaller, güzelliğine doyulamayan anılardır. Tüm bunları kalbe ışıklarla dökülen hatıralar olarak betimleyen Dıranas, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden senelerce ötelere selam yollayarak şiirini bitirir. Yukarıda de değindiğimiz gibi, geçmişin “şimdi”de yaşanıp senelerce öteye selam yollanması; Bergson’un düşüncesiyle “süre’nin, tıpkı bir kartopunun yuvarlanarak büyümesi gibi geleceği kemiren ve ilerledikçe büyüyen geçmişin daimi bir ilerlemesinden başka bir şey değildir.” 14
 

Kaynakça

1 Levent Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010) 32.
2 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2014) 552.
3 Hilmi Yavuz, “ ‘Köpük ve Durée’ Ahmet Muhip Dıranas’ın Bir Şiiri Üzerine Yeniden-Okuma Denemesi)” Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, (İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2005), 268.
4 Ahmet Muhip Dıranas, Şiirler, (İstanbul, Everest Yayınları, 2019), 17.
5 Dıranas, Şiirler, 40.
6 Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, (İstanbul, Dergâh Yayınları, 2014), 38.
7 Tanpınar, Makaleler, 39.
8 Ali Osman Gündoğan. Bergson, (İstanbul, Say Yayınları, 2014) 84.
9 Ali İhsan Kolcu, Zamana Düşen Çığlık, (Ankara: Akçağ Yayınları) 205
10 Gündoğan, Bergson, 84.
11 Gündoğan, Bergson, 80.
12 Dıranas, Şiirler, 123.
13 Dıranas, Şiirler, 76.
14 Gündoğan, Bergson, 85.


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı