Milletler dünya sahnesinde yol alırken yoldaki işaretlerini maddi ve manevi değerlerden seçerek hedeflerine ulaşırlar. Tarih yolculuğuna çıkan her ulus bu değerlerle yoğrulur, kendini bulur; millet olma yolunda hızla ilerler. Coşkun bir nehir misali Orta Asyalardan kopup gelen bir millet önüne kattığı yeni yerleri vatanlaştırarak yurt yaparken kültür alışverişiyle yeni değerler kazanmanın yanında ileride kuracağı medeniyeti oluşturmada sağlam temeller hazırlar. İşte milletimiz bu coğrafyaların iklimleriyle yeşerip büyüyerek tarih yolculuğunda yerini almıştır. Orta Asya’dan dört yüz çadırla yola çıkıp insanlığa asrı saadetini yaşatan bir milletin bu büyük sırrı nedir hiç düşündük mü?
Anadolu temelli medeniyetimizin bina olduğu iki temel vardır. Bunlardan birisi medeniyetin madde planında kalan üst yapıdır. Diğeri ise üstyapının oluşmasını da sağlayan maddenin özüne inen ruh ve manevi yapıdır. Bu ruh ve manevi iklim derin tecrübelerle oluşmuş, inanç ve geleneklerle yoğrulmuş; Horasan’dan Semerkant’a, Buhara’dan Türkistan’a geçtiği bütün iklimlerim rayihasıyla dolarak rengini ve şeklini Anadolu coğrafyası üzenine taşıyan bir manevi atmosfer oluşturmuştur. Anadolu erenleri adını verdiğimiz bu yapının özü Hoca Ahmet Yesevilerle, Yunus Emrelerle, Hacı Bektaş’ı Velilerle, Hacı Bayramı Veli’lerle, Mevlâna Celalettin’i Rumilerle, Baba İlyaslarla, Sarı Saltuklarla ete kemiğe bürünmüştür. Bu ruh ve anlayış 1071 de Sultan Alpaslan Anadolu kapılarına dayandığında fethin manevi kumandanları olarak karşımıza çıkmıştır.
Doğu dünyasının gizemli mistik yapısı İslam dininin sevgi ve hoşgörü anlayışıyla birleşince bu gönül elçileri Allah’a olan sevgilerinden aldıkları kuşatıcı enerjiyle insanları da birbirine sevdirmeye çalıştırmıştır. Dini farklı yorumlayarak başka coğrafyalarda yer alan kavga, şiddet ve savaş yerine dinin sevgi ve hoşgörü yorumuyla gönüllere giren bu erenler İslam’ın gerçek yüzünü kalplere nakşetmeyi amaçlamış ve çağlar ötesinde yaktıkları ateşi günümüze kadar ulaştırmışlardır. Bu ateş günümüz Anadolu insanının madde ve ruh yapısını oluşturan harç olmuştur. Bugün İspanya’da dört yüz yıllık hüküm süren Endülüs Emevî devleti adına birkaç cami ve tarihi yapının ötesinde İslam’a dair hiçbir iz ve nişanın kalmaması Anadolu’nun manevi anlamda fetih kumandanları olan Anadolu erenlerinin etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Bu manada öze, ruha ve insana dokunmayan bir medeniyetin kalıcı olması mümkün değildir.
Mevlanalarla, Yunuslarla Hoca Ahmet Yesevilerle, Hacı Bektaş’ı Velilerle Anadolu’ya Müslüman Türk mührü vurulurken ; Oruç Alilerle, Barbaroslarla Karadeniz ve Akdeniz göl, okyanuslar yol olmuş ve bu vatanın tapusu sonsuza kadar alınmıştır.
Çağlar ötesinden insana, kardeşliğe verilen bu değer hangi kaynaklardan beslenerek günümüze gelmiştir sorusunun cevabı erenlik felsefesinin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Tasavvufi terbiyeyle kendi nefsini terbiye eden; dil, din, renk, mezhep, felsefi düşünce ayrımı yapmadan ‘yaratılan bütün insanlığı yaratandan ötürü seven’ bir sevgi ve hoşgörü anlayışı erenlik düşüncesinin temelini oluşturur. Sevgi ve hoşgörünün bütün kapıları açacağına duyulan inanç bir gönüller ve gönüllüler hareketi olarak ortaya çıkmış zamanla ekolleşerek, okullaşarak büyük bir hüsnü kabulle karşılanmıştır. Anadolu erenleri yetiştirdikleri binlerce öğrenciyle Anadolu sınırlarını aşarak Balkanlara, Kafkaslara, Kuzey Afrikalara kadar geniş bir coğrafyanın Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamıştır.
Bu büyü İslami tebliğin ötesine geçerek; savaşlardan, göçlerden, katliamlardan yoğrulan insanlığa bir yaşam alanı sunmuş bu sayede ulaşılan coğrafyalar barışı, sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı yaşayarak ‘gönül coğrafyamız’ olmuşlardır. Dün dindaşı olmasına rağmen kardinal külahına tercih edilen milletimiz bugünde her türlü vahşet, savaş ve katliamın içindeki insanlığa gönüllerini açmış ‘ensar’ olmaya devam etmektedir. Mayanın ve özün sağlamlığı erenlerin coğrafyamıza ektiği tohumların bereketini göstermesi bakımından önemlidir.
Unesco'nun geçmiş yılarda ‘Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahî Evran'ı tanıtma ve anlama yılı ilan etmesi insanlığın geldiği nokta itibariyle Yunus’a Hacı Bektaş’ı Veli’ye ve Ahi Evran’a susamışlığın ötesinde çağlar öncesinden yaktıkları gönül ateşinin hala insanlığı aydınlatmasında yatmaktadır. O Yunustur ki ‘dövene elsiz sövene dilsiz’ olmayı seçmiş gönüller yapmaya talip olmuştur. O Hacı Bektaş’ı Veli ki: ‘Bir olalım, iri olalım, diri olalım’ diyerek birliğin sembolü olmuştur. O Ahi Evran ki; ‘Ahi'nin eli, kapısı, sofrası açık olmalı; gözü beli ve dili kapalı olmalı’ diyerek kardeşliğin önemini ortaya koymuştur. İnsan sevgisi, hoşgörü, barış, kardeşlik, doğruluk, liyakat, adalet, teslimiyet ve bağlılık sözcükleri Yunus’la. Hacı Bektaş’la, Ahi Evran’la daha da anlamlı hala gelmiştir.
Yunus’un ağzındaki Türkçemiz ana sütü kadar beyaz ve temiz olmuştur.
Elif eyledik ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gör
Yaradan’dan ötürü
Dizeleri yaşam pınarlarımız olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat’ıyla aydınlanan yolumuz Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan girilerek biçimlenir ve her kapının da on makamıyla süslenir.
Ahi Evran’la ölümsüzleşen usta, kalfa ve çırak sözcükleri, sadece birer sanatkâr olarak değil aynı zamanda fedakârlığın, doğruluğun, kardeşliğin, cömertliğin, yiğitliğin, dürüstlüğün, üretimin, kalitenin, ahlâkın, sanatın neler olduğunu bizlere anlatır.
Bu kadar güzel ve sağlam temeller üzerine kurulan bir binanın yıkılması mümkün olabilir mi? Bugün üç tarafımız denizlerle dört tarafımız düşmanlarla çevrili bir vatan toprağında dimdik ayaklarımız üzerinde durabiliyorsak ve coğrafyalarımız cazibe merkezi olarak kalabilmişse, bütün mazlum milletlerin umudu olmaya devam ediyorsak bu şüphesiz temelimizde var olan erenlerin harcıyla mümkündür. Bu harç İslam ahlakıyla şekillenmiş Türk kültürüyle biçimlenmiş ve coğrafyamızın iklimiyle bezenerek ayakta kalabilmiştir. Ne mutlu bizlere ki bu öz ve cevher üzerine kurulan bir medeniyetin varisleriyiz.