İstiklal Marşı’mızın Doğuşu ve Akif’i Hatırlamak

Sınıfımıza girdik, sıralarımıza oturduk. Başımızı tahtanın üstüne kaldırdık: Bayrağımız, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün portresi, Gençliğe Hitabe ’si ve hemen yanı başında millî marşımız İstiklal Marşı. 

Bizi duygulandıran, her duyduğumuzda hemen ayağa kalkıp saygıyla hazır ola geçtiğimiz bu güzel şiir, milletimizin ortak duygusunun ifadesi. 
Millî Şair ünvanıyla da andığımız Mehmet Âkif Ersoy, şair olmasının yanı sıra veteriner hekim, gazeteci ve siyasetçi olan çok yönlü bir isim. Duygusal bir aile babası, gururlu bir arkadaş, “zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem” diyen cesur biri. 

1873 yılında İstanbul’da doğan Âkif, ailesinden aldığı iyi bir eğitimle okul hayatına başladı. Dil derslerine büyük ilgi duyuyordu hatta derler ki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca derslerinde hep birinci oldu. 

Dindar bir ailede ve âlim bir babanın eğitimiyle yetişen Mehmet Akif, ailesinden gelen bu dindar tavrı da ömrü boyunca sürdürdü. Hatta yakın arkadaşı Mithat Cemal onun Kur’an şairi olduğunu söyler. Millî mücadeleye de bütün samimiyetiyle destek veren Akif hem yazıları hem de vaazlarıyla dönemin etkin isimlerinden biri olmuştur. 

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; 
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. 

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i.. 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.. 

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
Gömelim gel seni tarihe! desem, sığmazsın. 


Çanakkale şehitleri için bu destanı yazan büyük şair, dizeleriyle hangimizi etkilemedi ki! 

Yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay, onun imanının çok kuvvetli olduğunu söylemektedir. Kuntay, Akif’in tevazu içinde çoğu zaman da sıkıntılarla boğuşarak bir hayat geçirdiğini, savaşların sonuçlarını önceden sezebilen bir kalbi olduğunu ve İstiklal Mücadelesinin kazanılacağına olan inancının da tam olduğunu vurgular ve buna kanıt olarak da Akif’in Atatürk’ü kastederek “başımızdaki adamı kim görse buna inanırdı” dediğini nakleder. 

Akif’in en çok hangi ulusu beğendiği de ayrı bir dikkat konusudur: Japonlar! Akif’in milliyetçiliği ve ümmetçiliği tamamen akla dayanan, gerçeklere dayanan düşüncelerdir. Samimi ve mantıklıdır. Örneğin batıya tamamen itiraz etmez ama sadece şeklen modaya uygun olsun diye gündeme gelen batıcılığa tüm kalbiyle karşı çıkar. Âkif, bu konuda örnek olarak öz kültürünü her daim koruyabilen Japonları göstermektedir.

İnsanların onu ilk tanıdığında “Bir insan bu kadar temiz, bu kadar iyi niyetli olamaz, önünde sonunda gerçek yüzünü göreceğiz” dediği Âkif; ömrü boyunca samimiyeti, iyi niyeti, sözünden asla dönmemesi, sözünü namus kabul etmesi ile herkesin insanlığa inancını güçlendirmiştir.

Öyle ki meşrutiyetin ilk senelerinde bir cuma günü Âkif, arkadaşı Mithat Cemal’le evinde buluşmak için sözleşir. O gün öyle bir kar yağar ki araba, tramvay, vapur çalışmadığı gibi sütçü ve ekmekçiler dahi dışarı çıkamamıştır. Derken kapı çalar. Büyük şair Âkif, kar içinde bıyığının yarısı donmuş hâlde kapıda beklemektedir. Âkif, kar altında saatlerce yürüyerek gelmiştir.

Mithat Cemal çok şaşırır, “O kadar yolu bu tipide nasıl geldin?” diye hayretle sorar. Âkif ise arkadaşının hayretini bir türlü anlayamaz ve “Ben sana geleceğim dedim, gelmemem için kar-tipi değil ancak ve ancak vefat etmem gerekir.” cevabını verir. Mithat Cemal arkadaşının bu sadakatine daha da şaşırarak “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç olması beni ürküttü.” der. 

Büyük şair Âkif’i hatırladıktan sonra İstiklal Marşı’mızı nasıl yazdığına değinelim. Millî mücadeleye, Âkif, kısmen yürüyerek gitti: Ilgaz Dağı’nı tırmanan arabada Eşref Edip oturuyor; Âkif, arabanın arkasında yürüyordu, dinin ve milletin askeriydi ve o dönemlerde düşmanın yaptıkları içini hınçla kaynatıyordu. Ankara’ya gitmeden evvel Kastamonu’da dopdolu olan Nasrullah Camii'ne girdi kalabalığı yardı, kürsüye tırmandı, haykırdı: “Bize düşen Anadolu’muzu korumaktır!” Âkif’in göğsü bilmeden ileride yazacağı İstiklal Marşı ile doluyordu. 

Yaklaşık bir yıl sonra Ankara’da millî marşımız olacak şiir aranıyor ama Âkif para ödülü olduğu için yarışmaya katılmak istemiyordu. “Memleketimin kurtuluşunu para için söyleyemem.” diyordu. Hamdullah Suphi ona bir mektup yazarak endişelerini gidereceğini şiiri yazmasını istedi. İmzasız katıldığı yarışmada Âkif’in marşı kürsüde okundu, mebuslar ayağa kalkıyor gözyaşları içinde “tekrar, tekrar...” diyorlardı. 

Çok sade bir yaşam süren bu şairin sesi zalimler için bir tokat, inananlar için bir şefkatli söz, ölçüyü kaçıranlar için bir ikazdı. İyilik denince, vatan aşkı denince, çalışkanlık denince ve iman denince o zamanlar parmakla gösterilen bu büyük şair, kendi değerinin farkında mıydı dersiniz? 

“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, 
Günler şu heyulâyı da er, geç, silecektir. 
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma, 
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?” 


Evlatlarını bir ahlak timsali olarak yetiştirmeyi amaçlayan Akif, oğlu Asım’ın şahsında Türk gençliğine seslenerek “Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek, işte çiğrnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!” sözleriyle onlara duyduğu güveni anlatıyordu. Âsım’ın nesli ve ardından gelen bizler seni unutmadık büyük şair. 

Aralık ayında doğan ve yine bir aralık gününde irtihal eden, pek yakında İstiklal Marşı’mızın kabulünü kutlayarak yeniden konuşacağımız Âkif’i bütün maarif camiası olarak saygı ve minnetle anıyoruz.  
 


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı