Bu ülkeyi paylaşan insanlar olarak bütün farklılıklarımıza rağmen birbirimizi kabullenmeyi ve beraberce huzur içinde yaşamayı öğrenmeliyiz. Birbirimizi yok sayarak var olamayız. Aykırılıklar, farklı düşünceler bir yana insan olmanın ve ata mirası topraklarda mazisi aynı olmanın ortak paydasında omuz omuza durmalıyız. Toplumu inşa eden ve bir arada tutan değerlere sahip çıkma sorumluluğunda olmak, bu ülkenin nimetlerinden istifade eden herkesin vazifesidir.
Sorumluluk sahibi insan, farkındalığı yüksek olan kişi demektir. Olup bitenlere kayıtsız kalamaz. Yazımızda farkında olmanın, şuur ve idrak sahibi olmanın kişilere ve olaylara yaklaşımda nasıl yansıdığına ışık tutmayı murat ediyor ve sizlerle paylaşıyoruz.
Yüce yaratıcının muazzam sanatından birkaç örneği tefekkür penceresinden, bizi aciz bırakan, bizde hayranlık uyandıran eşsiz sanatı seyrederek farkındalığımızı test edebiliriz.
Şiddetli kışların, ürperten mevsimlerin ardından baharın müjdecisi çiçeklerle, envaiçeşit meyvelerle, farklı bir çehreyle bize ziyafet sofrası hazırlayan o Rezzak olan Rabb’imize minnet ve şükrümüzün yetersizliği bir yana dursun. Her biri diğerinden farklı renk, lezzet, şekil ve kokuya sahip meyveler ve çiçeklerin, aynı muhteviyata sahip topraklardan yetişip bizlere ikram edilişini görüyoruz.
Bütün nimetlerden istifade edebilecek bir beden donatan Rabb’imize karşı kulluk görevimizi hakkıyla ifa edebildik mi? Bildiğimizi, tanıdığımızı zannettiğimiz her şeyi, aslına ve vasfına uygun donatımlarıyla ne kadarını idrak edebiliyoruz? Kâinatı bütün ihtişamıyla görebilmek şöyle dursun, kendi kaderimizin mahiyetini tahlil ve idrak edemedik. İçimizdeki duygusal iniş ve çıkışlarla alınganlıklar, öfkeler, sevgiler ve yakınlarımızca anlaşılamama kırgınlığıyla kendimizi tanımaya sıra gelmedi ki, büyük sanatı ve sanatçıyı fark ve idrak edebilelim.
Dünyaya açılan penceremiz olan gözümüzün, ne kadar eşsiz bir nimet olduğunu anlayabilmek için ondan mahrum kalmayı kimse göze alamaz. Lakin gün içinde sadece birkaç saat evde gözlerimiz bağlı olarak evdeki oda, salon ve lavabo ihtiyaçlarımız için el yordamıyla veya sürünerek dolaşma deneyiminden bahsetmişti bir hocamız. Sadece göz nimetinin ehemmiyetini idrak etmek için denemeye değer diyorum.
Farkında olamamak bir anlama eksikliğidir aslında. Üstat Necip Fazıl’ın “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum/Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum.” mısraları, Allah’ın arzında O’ndan bihaber yaşama mahcubiyetinin itirafıydı aslında.
Bazen yanı başımızdaki veya içimizdeki cevheri bile fark edemeyen insan, kainatta olup biteni ne kadar idrak edebilir ki…
Huzuru arar insan mütemadiyen. Zenginlikte, güzellikte şan ve şöhrette. Ve yanılmanın hayal kırıklığını yaşar. Bir vesileyle ruhun penceresi aralandığında, gönül gözüyle Rabb’inin Cemal ve Celâl’inin yansımalarını görür ve huzura, doğru adreste rastlar:
“Biliniz ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
(Ra’d -28)
Ve ağlamak…
Farkında olmanın zirvesinden taşar gözyaşları. Deruna nüfuz etmenin ruha akseden yansımasıdır. Gönlün kamaştığındaki tepkisidir. Bazen de fark edilmeyişin, değer görmeyişin sessiz tepkisidir ağlamak.
Farkında olmalı insan…
Acının, sevincin, doğrunun, yanlışın, iyiliğin, kötülüğün, zalimin, zulmün, mazlumun…
Umut olmalı örneğin, çare ve moral olmalı mesela.
Siz hiç, insanlara bahar olabildiniz mi?
Tarafının farkında olmalı insan, sahip olduğu nimetlerin…
Kendisinin ve çevresinin kamburlarıyla imtihana tabi tutulduğunun.
Dakika dakika, günbegün büyük hesaplaşmaya, sonsuzluğa açılan kapıdan geçerek hesap yeri ve vaktine doğru ilerlediğinin idrakinde olmalı…
Hazırlanmalı büyük güne…
“Her can ölümü tadacaktır. Denemek için sizi iyi ve kötü durumlarla imtihan ederiz. Sonunda bize geleceksiniz. (Enbiya-35)
Farkında mıyız?