Kitap okumak çok güzel bir alışkanlık olsa da o kadar basit midir? Eskiden her yerde kitap okumak için çabalıyordum ve okuldan eve, evden okula giderken arabada okumak istediğimi sevdiğim bir öğretmenime açıkladım. O da bana:
Kitap okumak o kadar basit değildir. Bir yazar olduğunu düşün, gününü geceni katıp kitaplar yazdığını düşün, sonra da okurun sana saygısızlık yapıp da arabada kitabını okuyor. Yazar kısmı bir yana sen okuduğunu anlayamaz, yazarın sana katmak istediğini alamazsın, dedi.
Kafamı hak verir vaziyette salladım. O da devam etti:
- Evine giderken kitaba bakmak yerine sağına soluna bak. İnsanları incele, kimin ne yaptığından haberin olsun, yazacak bir şey arar isen eminim ki bulursun, dedi ve cümlesini bitirdi. Hayatımda ilk kez bir hocam bana kitap okuma diyordu. Acaba iyi miydi? Ya da bu sabah tersinden mi kalktı? Kafamda sorularla dersleri geçirdim ve sonunda minibüsteydim. Sağımı solumu inceliyor, insanlara bakıyordum. Ben her gün bu yollardan mı geçiyordum? Okulun ağırlığı sağ olsun fazla odaklanamadım, günü öyle bitirdim. Ahir oldu da aldım çantamı, taktım gözlüğümü, giydim ayakkabılarımı. Minibüse doğru yürümeye başladım, yine etrafımı inceliyordum. Minibüse bindim, en arkaya geçtim, cam tarafına yaslandım. Bir sürü insan izliyordum. Küçük bir kız pembe montunu annesinin zoruyla giymiş, en sevdiği çantasını sırtına almış ama geç kalmamak için okul yoluna doğru koşuyor. Orta yaşlarda bir amca kafasında askerden kalma beresini takmış, daha güneş doğmadan kahvedeki arkadaşları ile akşama kadar masa oyunu oynamaya gidiyor gibi. Yeni memur ağabey elinde o yeni aldığı el çantasına doldurmuş evrakları, ilk iş gününden geç kalmış. Yaşlı teyze marketi kasiyerle birlikte açmış, iki eline de üçer poşet almış ve hiçbirini gelinine kaptırmamak üzere minibüs bekliyor.
Bu anlattığım insanları hepiniz tanıyorsunuz aslında. Sadece bakmıyorsunuz diye farkında değilsiniz. Bir zaman gün ayarken okula, işe veyahut gezmeye giderken sağınıza solunuza bakın. Eminim ki anlattığım insanların hepsini harfiyle göreceksiniz. Her gün artık bir şeyle uğraşmıyor da insanları izliyordum. Bir dedim, iki dedim, üçüncü güne geldim yetti artık! Her gün aynı tip, aynı insan, aynı alışkanlık, sıkılmıyor musunuz ya? Bunlar benim için artık insan değildi. Her gün aynı vaziyette gördüğüm kişiler artık benim için birer “insancık” gibiydi. Ama benim yazı yazmam gerekiyor? Hikâyelerimde güzel karakterler, önemli hayatlar anlatmam gerekiyor. Bir çözüme ihtiyacım vardı çünkü bu insancıklar hiç dikkat çekmiyordu. Üç yola sahiptim, ya ben de bir insancık olacaktım ya da insancıklara hitap edecektim. Bunlar bana göre çözüm değil de basit bir kısa yol gibiydi. Ben de sonuncu yola başvurdum: “Pollyannalaşmak”. Kulağa hoş geliyor öyle değil mi? Artık insancıklar bir tip olmaktan çıkmış, ilgi çeken, hoş hayatlara koşuyorlardı.
Artık küçük kız kendi isteği ile montunu giymiş arkadaşları ile oyun oynamaya yürüyor. Orta yaşlardaki amca beresini yıkamış, torununu sabah erkenden ziyarete gidiyor. Ağabeyin yüzünde bir gülümseme, iş görüşmesini almış. Yaşlı teyzem ise gelinine poşet poşet gerek almış da minibüslere gözünü kısarak bakıyor. Mahmur gözlerim parlıyordu artık, insancıkları artık insanlara çeviriyordum. Yüzüm belli olmasa da içten içe gülüyordu. İnsancıklar tip olmaktan çıkmış da adına yazılar yazılacak insanlar olmaya başlamıştı. Sonunda amacıma ulaştım. Siz “insan”lara evde nasıl “Pollyanna” olunur güzelce tarifini verdim. Bir hata ile insancık olmuş olanlarınız var ise düzeltmek kendi elinizde. Yaptığım gibi alın çantanızı, giyin ayakkabılarınızı, ben sabahları gözlük taktım ama siz çıkarıverin at gözlüğünüzü. Başlayın insanları insancık olana kadar seyretmeye. Sonra da onlara insancık olunca bir güzel kızın.