Usulca saçlarımıza düşen yağmurlarla merhaba diyoruz bu mevsimin baharına.
Sahi, bahar sadece bir mevsimden mi ibarettir? Yoksa zaman ve mekânın içinde sır gibi saklanan baharlar var mıdır? Cevabı herkese malum olan, bilenin söyleyemediği, bilmeyenlerin er meydanlarında naralar attığı, zemheri güneşi gibi yanıltan, hasta eden ve en nihayetinde muhatabını hayret vadisine kılavuzsuz götüren, heba edilen bir hazinedir tabiatı görememek.
Büyüklüğü idrake sığmayan kâinat, telaşsız bir tefekkürün içinde mana kapılarını açar insana. Tabiatın içinde var olan her oluşta meknuz olan ibret kıssaları her can’a farklı bir sadâ ile seslenir durur. Gördüğünü gönül terazisinde tartan, hayretini gizlemeden mevsimlerin kendine has dönüşümlerini renk renk tablolaştıran göz, hiç sırların ötesinde kalır mı? Sabahın tatlı serinliğinde öten kuşların neşesini, göğün uçsuz maviliğini selamlayan ağaçların raksını, deryaların dinginliğinin altında gizlenen heybet örtüsünü uzun bir sükût halinde saklayan gönül, nasıl olur da ateşin sadece yakan olduğuna hüküm verir? İşte böyle bir oluşun arifesindeki sancılara gebedir Cemreler. Bilinen kainat içinde sayısının sadece yaradana malum olup, özün ve murad edilen o ulvi gayenin müsebbibi gerçek âlemlerin varlığı, muhabbetle ve vakarla bu sır otağına kurulan, yalnızca “insan” olana teslim edilen emanet olduğu gerçeği her doğan güneş ile malum olur bu yüke talip olanlara. Tabiatın içinde var olan bu ulvi oluş dahi fena aleminin ne büyük bir armağanıdır... Kendine dingin vakit ayıran, ibret ve hayret nazarıyla bakan, sonra gören göz ile toprağa, havaya, suya düşen kor ateşlerden hikmet aşını, sabır ocağında üşüyen bir ateşle pişirir aciz olan insan. O aşla nasiplenen biçare kalmış yürekler baharın tatlı rayihalarıyla huzur bulur, ruhunda ki dirilişinin sevincini hisseder tüm varlığıyla. Yeter ki bu emaneti avuçlarının arasından kalbine taşısın insan. O vakit belirli bir zamana hapsolmuş cemreler kendi içindeki sırları aşikâr eder sana. Onunla tabiatın içinde bize ait bambaşka bir alem olduğunu müşahede edersin. O öyle bir eşiktir ki bekleyende, bekletilen de bilir refikinin meşakkatler olduğunu, sonunun da güzele varacağını…
Gelin hep birlikte tabiatın göğsüne yaslayalım başımızı. Uzunca susalım, kulağımızda ki gaflet pamuklarını atalım en kör kuyulara. Öylece kurulalım sevinçlerimizin karşısına. Onunla yeşertelim yarınların muştusunu.