Sabahın sessizliğini bozan muhabbetlerle uyanırım her gün. Yürüyen üniformaların içinde parlayan gözlere selam veririm. Anlamaz zaman zaman bunu çoğu kimse. Bazen anlayan olur, bakar derin derin. Sonra irkilir güçlü bir sesle, koşarak uzaklaşır yanımdan. İleride bekleyenlere katılır ve ormanın bir fidanı da o olur.
Sonra kapıdan içeri doluşur hepsi birden. Güneş geçerken bir tepeden diğerine gözüm hâlâ kapıdadır ve mutluluk zili için açılmıştır kulaklarım. Zilin ardından derin neşeyle işlenişine eşlik ederim bahçeden.
Kahkahalar gelir bazen hayallerimin kenarlarını süsleyen. Minik fidanların sevinç rüzgârıdır bu gülüşler, bilirim. Özlemim dinsin diye bazen görünürler bana. Güneş yolculuğunu tamamladığında da yollar geriye gider. Zifiri olunca karanlık gözlerindeki ışık hâlâ bendedir. Fidanların çınar olması için yarın bir kez daha doğacaktır güneş. Çünkü karanlığa aydınlık lazımdır. Aslında sabah olunca doğmaz güneş, güneş doğunca sabah olur.
Fidanlardan yüksekçe bir yerde duran üniformalılar, ağaç katilleri gibidir bu büyük ormanda. Aksine bunların içinde öyleleri vardır ki karbondioksiti son zerresine kadar çekerken içlerine oksijen kokusu saçarlar etraflarına.
İşte, yine bir gün daha… Yine fidanlar sahnede. Kiminin elinde test kitapları, koştur Allah koştur! Kimilerinin hoş sohbetleri banklar üzerinde. Bazen yanımdan geçerlerken kulak misafiri olurum birbirlerinin dertlerine, sırlarına. Gülücükler saçıldığında yapraklarım oynaşır rüzgârlarla, katılırım onlara. Bazen de yaprak düşürürüm gözler dolduğunda.
Umut dallarının, hayal yapraklarının bir bir yandığı ormanlara inat büyüyen bir ormanı seyrediyorum şimdi. Piknik kokuları geliyor burnuma, pişmiş beyinlerin en enfes tadı değiyor gövdemin orta yerine. Ben tam orta yerinde pikniğin; yakmayan bir ateşin, zehirlemeyen bir dumanın tadını çıkarıyorum. Ben minik bir fidan, onlar ulu ağaç şimdi…