Beni evlat edindiğin günü hatırlıyorum anneciğim. Oğlunun arabasında evine gelmiştim. Benim kullanabileceğim şeyler belliydi. Fazlasını kurcalamamı istemezdin. Ben geldiğimde kıştı. O soğuktan senin sıcacık evine gelmiştim. Seni anlatmak istiyorum. Sen kısa boylu, beyaz kısa kıvırcık saçları olan bir anneydin benim için. Dört çocuğun vardı. Dördünden de pek hazzetmezdim. Hele onların çocukları geldiğinde bana evin dar olurdu. O küçük iblisleri hiç sevmezdim. Sürekli koşturur seni yorarlardı. İlaçlarını karıştırır odaları dağıtırlardı. Hele bir de etinden et kopuyormuş gibi bağırıp ağlamaları yok mu? Buna hiç tahammül edemezdim. Yüksek sesi ben de hiç sevmem zaten, bilirsin. O zamanlar mutfağın camından dışarı kaçardım. İlk başta kızsan da alışmıştın sen de buna. Zaten onlar evdeyken beni de çok aramazdın.
Diğer çocuklarından bahsedeceğim ve neden sevmediğimden. Bir anne gözüyle bazı hareketlerini gerçekten göremediğini düşünüyorum. En büyük kızın Aybüke’den başlayayım. Her şeyi büyüten, pireyi deve yapan bir kadın ama kendi çocukları evi yıkarken zaten hasta olan seni yorarken telefonundan kafasını kaldırmıyor. Senin hastalığını ilk zamanlarda hiç ciddiye de almadı zaten. Sürekli sümüklü çocuklarını senin başına sarıp fıldır fıldır gezerdi. Bir kere de seni koluna takıp gezdirmezdi. Anca derdi olunca gelirdi. Bana da hep pis olduğumu söylerdi. Sanki burunlarında sümükleriyle gezen çocukları temizdi ya! Ama dert ortağın da oydu. Atıp tutardınız akrabalar hakkında, hep seni dinler onaylardı. Yemekler yapardı sana ama senin yaptıklarının yanında onunkiler hiç bir şey anneciğim.
Oğlun Oğuz. Onu diğerlerine nazaran daha çok severdim, söyleyeyim. Hatta beni o getirmişti evine. Ama karısı, senin de gelinin, onu parmağında oynatıyordu. O kadar pasif bir kişilikti ki üzülüyorum ona. Sırf karısı istemiyor diye yanına az gelirdi hatırlar mısın? Ama o kıvırcık bağırarak koşturan çocuğa bakmaya gelince sıra ilk senin kapındaydılar. Sana çiçekler alırdı yetiştirmen için. Sen severdin çiçekleri. Keşke sana çiçekler ekebilsem anneciğim.
Şimdi gelelim küçük oğluna yani Onur’a. Biraz adı gibi olsaydı onu sevebilirdim. Ama onu hep senden para alıp “Bu sefer çok iyi işler yapacağım anne.” deyip her sefer her şeyin ucuzuna kaçıp çuvallaması ile hatırlayacağım. En boşboğazları da oydu. Ağzı iyi laf yapardı. Eh itiraf edeyim komikti de biraz. Seni hep güldürürdü. Bir ara yine işlerini batırdığında bizimle kaldığı zamanı hatırlıyorum. Koskoca adam senden hizmet bekliyordu. Onu böyle yetiştirmen de senin hatan galiba anneciğim çünkü Aybüke hizmet ederken Onur hizmet bekliyordu. Neyse ki çok kalmadan gitti. Onur, hayatta pek bir yere gelmemiş ama en azından kötü olmayan saf bir çocuk işte.
Son çocuğun Sinem. En küçükleri, bence seni hem en yoran hem de en düşünen çocuğundu. Sinem senin olmasını istediğin gibi bir kadın olmadı. Sen hep çok üzüldün Sinem için ama Sinem olmak istediği gibi bir kadın oldu. Bunu sana anlatabilsem anlatırdım. Senin istemediğin birçok hareketi vardı. Rahmetli eşinle de çok kavga ederlermiş, o zaman ben yoktum tabi, senin anlattıklarından biliyorum. Neyse seni üzecek çok şey söylemeyeyim. Ama hep çok düşünürdü Sinem seni: İlaçlarını, gideceğin doktorları, evinin faturalarını ve dahasını o hallederdi. Onu neden sevmiyorsun deme şimdi. Ne güzel, diğerlerinden ayırmadım onu da.
Ve Rahmetli eşin İlhami. Onun hakkında pek bir şey bilmiyorum. Bildiklerim çok asabi bir adam olduğu ve kalp krizinden öldüğü. Ben onu görsem onu da pek sevmezdim herhalde. Ama senin eski fotoğraflarına ve alyansına bakıp ağladığın zamanları bilirim. Demek ki o kadar kötü bir adam da değildi. Ama emin de
değilim. Siz size zarar veren üzen şeyleri de seversiniz. Tombul beyaz yanaklarından yaşlar akarken çekinirdim yanında olmaya ama hep varlığımı hissettirirdim sana. Üzülünce hemen ya yemek yapar ya da çileklerinle ilgilenirdin. Bu bir kaçıştı senin için sanırım çünkü ne evde yaptığın yemekleri bitirecek kişiler var ne de çiçeklerin bakımsızdı.
Şimdi Sevim’den yani senden bahsedeceğim anne. Her şeyden önce aileni önemserdin. Kendinden önce demiyorum çünkü sen kendini hiç önemsemezsin. Yetim ve öksüz olan Sevim hiç kendine sahip çıkmazdı, hiç önemsemezdi kendini. Tek dünyan ailen olmuştu. Kızmıyorum sana, kızamam da zaten. Ne okuyabilip kendine bir yol çizmene izin verilmiş ne çalışarak ayaklarının üzerinde durmana. Kimse yol göstermemiş sana. Sen de kendi yolunu böyle çizmişsin. Yanlışlarla ya da doğrularla. Bir şekilde durmuşsun ayakta. Bunu sana söyleyen oldu mu bilmiyorum ama ben seninle çok gurur duyuyorum anneciğim. Senin içinde bir çocuk Sevim olduğunu biliyorum çünkü. Onu seviyorum. Buna sana hiç söyleyemem ama belki de gördüğünden daha fazlasını hissetmişimdir anne. Çocukları ne kadar yanında isteyip onları ufak şeylerde azarlamanı, azarladıktan sonra da hazırladığın meyve tabaklarını onlara sunduğunu biliyorum. Sevgini göstermeyi bilmediğini ama kalbinde sadece onların sevgisini taşıdığını biliyorum. Eminim onlar da biliyordur. Ama siz bazı şeyleri açık açık konuşmak yerine üstünü örtüyorsunuz. Pek anlamıyorum neden böyle yaptığınızı.
Sen ve ben nasıldık peki? Benim nasıl olduğumu boşver. Ben siz nasılsanız öyle olurum. Sen beni saatlerce sevmezdin öpüp durmazdın ama üşümeyeceğimi bildiğin halde üzerimi örterdin. Eğer hava güzelse hep öğleden sonra balkonda oturduk. Şanslı günümdeysem sen balkonda yumuşak koltuğuna geçtiğinde kucağına uzanmama izin verirdin. Eğer öyle değilse koltuğun diğer tarafına kıvrılırdım. Sessizce otururduk. Hep yemeğimi bol bol verirdin. Onur’un gösterdiği ölçü hiç yeterli gelmemişti sana. Bana da az gelmişti zaten. O yüzden evine gelince şişmanladığım doğrudur. Ama bu kiloları şimdi veriyorum. Sen hep temiz bir insandın ama bana hiç pis muamelesi de yapmadın. Mesela anlamıyordum evde sadece sen ve ben varken bile neden her gün evi süpürüyordun? Neyse siz zaten bir sürü anlamsız şey yaparsınız.
Şimdi en çok anlatmak istemediğim kısıma geldik. Bundan sonrasını bilmiyorsun ama her şeyi anlatacağım sana. Gece beraber yatağa gittik ama sabah beraber kalkamadık. Sadece ben kalktım anne. Beş yıldır beraberdik ve dün beraber olduğumuz son günmüş meğer. Uyandığımda bembeyazdın. Uyku sırasında sessiz sedasız bana veda etmiş olmalısın çünkü uykum hafiftir. Bana seslensen uyanırdım. Uyandığımda seni dürttüm, bağırdım ama sen tepki vermedin. O gün Sinem seni doktor randevuna götürmek için gelmişti. Keşke doktora götürebilseydi cenazen yerine.
Cenazeni çok net hatırlamıyorum. Kim vardı kim yoktu hiç umursamadım. Sen yoktun çünkü. Seni bıraktık İlhami’nin yanına soğuk toprakların arasına. Bana Sinem sahip çıkmaya çalıştı, evine aldı; bakmaya çalıştı. Ama hep kaçtım evinden ve senin yanına geldim çünkü ait olduğum yer senin yanın. Ve zaten sokaklara yabancı değilim. Mezarına baktım anne. Hiç çiçek ekilmemiş ve bırakılanlar da solup gitmiş. Sonra kafamı eğdim ve patilerime baktım. Keşke ellerim olsaydı, sana çiçek ekerdim anneciğim. Ben Tarçın. Bir sokak kedisiyken beni evine alıp verdiğin yuvayı hiç unutmayacağım anne. Belki de nankör olanlar biz kediler değilizdir.
Şimdi buradan ayrılıyorum anne. Sokağın başındaki çöpten yiyecek bir şeyler bulmalıyım. Sonra iki hafta öncesine kadar beraber yaşadığımız evin önünden geçerim. Camı kapalıdır. İçeri giremem. Oysaki sen hep benim girmem için açık bırakırdın. Balkondaki çiçeklerine ne oldu bilmiyorum. Bakmaya cesaretim yok, özür dilerim anne. Sonra dönüp dolaşır sıcak olmayan seni göremediğim evime gelirim. Şanslıysam diğer kedilerden önce yiyecek bir şey bulurum. Değilsem de sen zamanında zaten beni güzelce doyurmuştun. Biraz kilo veririm artık.