Selam, ben Rana. Namıdiğer Maraşlı. Daha bir buçuk hafta öncesine kadar Kahramanmaraş’ta yaşıyordum ama şimdi Rize’deyim. Rize; yeşiliyle, deniziyle ve insanıyla harika bir şehir ama benim dikkatimi bunların aksine en çok dili çekti. Doğru duydunuz, Rize’de kullanılan Rizelilerin kendilerine has dilini kastediyorum. Bir süre Rizelilerin Türkçe konuşmadığına dair teoriler beynimi karman çorman etti ama bu durum içimde sıkılıp duran “Dedektif Rana”nın zincirlerinden kurtulmasına yardım etti.
İşe önce dışarıdaki insanları izleyerek başladım. Sonuçta gözlem yapmak dedektifliğin altın kuralıdır. (Aslında annem buralıydı bu yüzden ona bu konuda ne istersem sorabilirdim ama bilirsiniz, dedektiflik gereği sorularımın cevaplarını kendim araştırarak bulmalıydım.) Dışarıda aradığım cevapları tam olarak bulamayınca en yakın çevrem olan sınıf arkadaşlarımı inceledim. Çok şey bulurum diye düşünmüştüm ama onlar birkaç kişi hariç garip
konuşmuyordu. Bildiğiniz Türkçe idi bu. Tam sıkılmaya başlamıştım ki aklıma başka bir soru geldi ve bu adeta bende bir bomba etkisi yarattı. Dedem ve anneannemin köyünde bildiğimiz Türkçe konuşulmuyordu. Yoksa orayı uzaylılar mı basmıştı? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı: Araştırmayı köye taşımak... Araştırmada ilk durağım köyün tontonu Melahat nine oldu. Melahat nine beni fark ettiğinde görüp görebileceğiz en sıcak ifadeyi takınarak gönlünüzü ferahlatacak sesiyle:
- Hoş geldin Rana kizum, dedi.
Melahat nineye gülümseyerek:
- Hoş buldum Melahat nineci ğim, dedim.
O sırada etrafa bakınarak Melahat ninenin torunu Mete’yi aramaya başladım. Bunu fark eden nine sordu:
- Bizum uşaği mi arayisun?
Melahat ninelerin evinde uşak mı vardı? Duyduğuma inanamamış
olmalıyım ki gözlerim irileşti ağzım kocaman bir portakal şekline büründü. Bir süre sonra kendimi toparlayıp sordum:
- Nineciğim, sizin evde uşak mı var?
Melahat nine verdiğim tepkiye şaşırmış bir şekilde:
- He, bizim Mete var ya... o işte.
- Mete aynı zamanda sizin evde uşaklık mı ediyor?
Melahat ninenin arkamdaki bir noktaya dikkatlice baktığını görünce şaşkınlığımdan sıyrılıp arkamı döndüm. Karşımda baştan aşağı çamura bulanmış bir şekilde duran Mete vardı. Affedersiniz, çamur demek daha uygun olurdu. Melahat nine hışımla ayağa kalktı:
- Oğlum, ne kadar pataklan mışsun, dedi.
Mete yerinde huzursuzca kıpırdanarak:
- Pulileri sevdum nene, dedi.
Aralarındaki bu konuşma beynimde soru bombardımanına neden olmuştu. Mete’yi dövmüşler miydi? Bildiğim kadarıyla pataklanmak dövülmek anlamına geliyordu. Ayrıca Puli de neyin nesiydi şimdi?
Ben tüm bunları düşünürken kulağıma gelen huzur dolu akşam ezanının sesi bana verilen sürenin sonuna geldiğimi söylüyordu. Eve giderken bile aklımda yüzlerce soru adeta kuşlar gibi dans ediyordu. Eve gidince her halimden anlayan sevgili anneciğim soluğu yanımda aldı. Saçlarımı okşayan anneme dönerek:
- Anne, bu Rizeliler nece konuşuyor, dedim. Annem anlaşılmaz gözlerle bana bakınca yaşadıklarımı anlatmaya başladım. Bunun üzerine annem tebessüm ederek bana güzel Türkçemizin yanında yörelerimize göre değişen farklı dil kullanımlarından da bahsetti. Annemin verdiği örneklere ben şaşırdım, siz de şaşırın.
Kuyis - Çığlık
Puli - yavru
Pasmanika - Patlamış mısır
Lobya - Fasülye
Likapa - Yaban mersini
Koma - Bayır
Patak - Çamur
Hambuspara - Böğürtlen
Uşak- Erkek çocuk