Renkli yapraklarla dolu, ışıl ışıl bir ormanda, Narin adında bir salyangoz yaşardı. Narin’in ruhu, adının anlamını tam anlamıyla yansıtırdı. Zarif, ince ve estetikten hoşlanan bir yapısı vardı. Çiçeklerin en parlak olanlarını seçer, yaprakların üzerine dökülmüş çiy tanelerine hayranlıkla bakardı. Arkadaşları da Narin’i çok severdi, çünkü o, herkese yardım eden, tatlı dilli bir salyangozdu.
Fakat Narin’in bir derdi vardı. Kabuk rengini hiç beğenmiyordu. Ormanın diğer canlıları onu ne kadar övse de kabuğunun soluk kahverengi tonları Narin’i mutsuz ediyordu. “Keşke gökkuşağındaki renklerle süslü bir kabuğum olsaydı!” diye iç geçirirdi. Günün birinde bu konuda dert yanmaktan sıkılıp aklının bir köşesinde her daim bulunan bu hayalini gerçekleştirmeye karar verdi. “Neden benim kabuğum da çiçekler kadar renkli olmasın ki? Kimse benim için bunu yapmayacaksa o zaman ben yapmalıyım!” diye düşündü.
Bu düşüncenin karara dönüşmesi ile beraber Narin’in hayatını değiştirecek olan serüveni de başlamış oldu. Narin, sabahın ilk ışıklarıyla hayalini gerçeğe dönüştürmek için yola koyuldu. İlk durağı, her sabah çiçekler arasında dolaşan bin bir renkli kelebeklerin toplanma alanıydı. “Belki onların renkleri gibi bir kabuğa sahip olabilirim.” diye düşündü. Kelebeklere derdini anlattı. Kelebekler ona yardım etmeyi teklif ettiler. Kanatlarından dökülen birkaç ışıltılı toz tanesini Narin’in kabuğuna serptiler. Kabuk, altın ve mavi bir ışıltıyla parladı. Fakat ne yazık ki, bu güzellik uzun sürmedi. Rüzgâr estiğinde, bütün tozlar uçup gitti.
Daha kelebeklerin yanından ayrılamadan uçup giden ışıltılı tozlar Narin’i yine eski görüntüsüyle baş başa bırakmıştı. Onun gözlerinden süzülen yaşlara dayanamayan kocaman kanatlı bir kelebek: “Narin, kabuğunu boyamak istersen ormanda yaşayan ressam yusufçuğa git.” dedi.
Narin, heyecanla yusufçuğun yanına gitti. Yusufçuk, göletin çamuruyla doğal boyalar yapıyordu. “Bu çamur, gökyüzünün mavi tonlarını yakalayabilir.” dedi. Yusufçuk, mavi pigmentlerden yaptığı karışımı Narin’in kabuğuna dikkatlice sürdü. Kabuk, bir su damlası gibi pırıl pırıl mavi bir renge büründü. Fakat ansızın bastıran yağmur geçtiği yolları maviye boyatarak kabuğundan sessizce süzülüp gitti. Her seferinde biraz daha üzülüp kahrolsa da vazgeçmedi Narin ve rengini değiştirme hayaliyle ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Çalılıkların arasındaki çiçeklerden bal özü toplayan arılarla karşılaştı. Arılar, Narin’in hikâyesini dinledikten sonra ona yardım etmeyi kabul ettiler. “Bizim balımız, güneş ışığını kabuğunda saklayan bir parıltı bırakabilir.” dediler. Narin’in kabuğunun üzerine altın sarısı balı damla damla yaydılar. Kabuk, güneş ışığında adeta parıldıyordu. Ancak, Narin ne zaman biraz hareket etse, yapışkan bal üzerine tozlar yapışıyor ve kabuğun ışıltısı kayboluyordu. Üzgün bir şekilde: “Bu çok güzel ama kalıcı değil, üstelik üzerime yapışan bu çer çöp beni olduğumdan daha çirkin gösteriyor” dedi. Uzun boylu otlar üzerinde yoğuşmuş çiy taneleri arasında yürüyerek kabuğundaki balı temizledi. Fakat hala vazgeçmiş değildi hayalinden. Kararsız adımlarla devam ettiği yolda bir tavus kuşuna rastladı. Tavus kuşu, Narin’in kederini yok etmek için gösterişli tüylerinden birkaçını kabuğuna yerleştirdi. “Bu tüyler seni benzersiz yapacak.” dedi gururla. Narin’in kabuğu, bir sanat eseri gibi desenlerle doldu. Ormandaki hayvanlar onu gördükçe hayranlık dolu bakışlar atmaya başladılar. Ancak bir müddet sonra geçtiği çalılıklara takılan tüyler tek tek döküldü ve geriye hiçbir şey kalmadı.
Narin yılmadan yoluna devam etti. Bu kez bir kertenkele ile karşılaştı. Kertenkele, güneşte ısınan taşların tozunu Narin’in kabuğuna sürdü. Kabuk, sanki yıldız tozlarıyla kaplanmış gibi parıldıyordu. Ancak bu parıltı, güneş ışığı azaldığında tamamen kayboldu.
Her bir hayvan, Narin’e kendi yöntemleriyle yardım etmişti. Her biri kabuğunu kısa bir süre için farklı ve muhteşem kılmıştı. Ama hiçbir şey kalıcı olmamıştı. Narin, yavaş yavaş bunun nedenini düşünmeye başladı. “Belki de aradığım güzellik, zaten bende vardır ve ben sadece yanlış yerlerde arıyorumdur.” diye içinden geçirdi.
Yorgun argın dere kenarına ulaşan Narin, kabuğunu bir kez daha değiştirememenin hayal kırıklığıyla suya doğru eğildi. Gün batmak üzereydi artık. Suyun yüzeyine bakarken arkasından vuran güneşin son ışıklarının su üzerine yansıttığı heybetli kabuğunu fark etti. Su, kabuğunun yansımasını öyle güzel bir şekilde gösteriyordu ki, Narin bir an için bakışlarını kaçırmak istedi. Ancak daha dikkatli baktığında, gördüğü şey onu şaşkınlığa uğrattı. Kabuğunun üzerinde birbirine dolanan ince kıvrımlar, zarif bir dans ediyormuşçasına birbirine kusursuz bir şekilde bağlanmıştı. Kahverenginin tonları güneş ışığında adeta altın gibi parlıyordu. Minik desenler, ormanda gördüğü en güzel sanat eserlerinden bile daha detaylıydı. Ve en etkileyicisi, teninin açık bej rengi ile kabuğunun koyu tonları arasında mükemmel bir uyum vardı. Bu uyum, kabuğunu sanki doğanın en özel tasarımıymış gibi gösteriyordu.
Narin gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. O an, yıllardır fark etmediği bir gerçeği kabul etti: Kabuk, yalnızca bir kabuk değil, onun kimliğiydi. Her kıvrımı, her rengi, her ayrıntısı Narin’i Narin yapan şeydi. “Ben zaten gökkuşağından bile daha güzelmişim.” dedi gülümseyerek. Kabuğunun ışıltısını suya yansıtan güneşe teşekkür etti. Kendi içinden yükselen mutluluğun tarifi yoktu. “Bu kadar güzel bir kabuğa sahip olmak benim için bir ayrıcalık.” diye düşündü. “Ne kadar denesem de bu doğal zarafeti asla oluşturamazdım.”
Eve dönerken, artık yolda karşılaştığı hayvanlara başka bir şey anlatıyordu: “Arkadaşlar, her birimizin kendine has bir güzelliği var. Yeter ki görmeyi öğrenelim. Kendi kabuğunuzu, kendi renginizi, kendi varlığınızı sevin. Çünkü yaratan bizi zaten en mükemmel şekilde yaratmış.” Ve Narin, kabuğunun kıvrımlarındaki zarafetin, ışıltısının ve uyumunun farkına vardığı o günden sonra, her sabah dere kenarına gidip suda yansıyan görüntüsüne bakıp kabuğuna hayranlıkla gülümsemeyi hiç unutmadı.