Kararıp iner gökten yazgın.
Bilemezsin, göremezsin.
Bir sanrı gibi kaybolur,
Dökülür gider avuçlarından.
İpler dolanmış boynundan bileklerine.
Tahtadan bir kuklasın yazgının ellerinde.
Çözdün zannedersin, sevinirsin.
Ama bir çizgi kalır ellerinde.
Sulara bakarsan gitmez onlar derler.
“Sen yok olursun onlar yok olmaz.
Yok, sen yoksun çizgilerin yoksa.”
Aynalar inkâr ederler suyu.
“Sen varsın, buradasın, çizgiler yok.
Hiç büyümez çizgiler.
Dokunamazsın onlara.”
Aynalarda görürsün çizgisiz hâlini.
Ben olayım onlar istersin.
Belki de onlar sensin.
İstedikçe aynalar kırılır,
Sen kırılırsın, aynalar kırıldıkça.
Sular bulanıkken
İnandırır çizgilere.
Sorarsan aynalara
Yalan söylemezler, gerçekten.
Sulardan uzaklaşsan
Görür müsün bulanık olmayanı?
Sevgin çizgilere değilse
Çizgilerin verdiği güveneyse…
Sarıldı sanırken, boğarken çizgiler seni
Hâlâ sulara inanmışsın.
Nefessiz bırakan hızlanması değil,
Durmasıyken kalbinin.
Gelecek hiç gelmezken,
Olacaklar bir gün olur mu?
Sonunda anlar mısın o gün;
Kimin su, kimin ayna olduğunu?
Su gibi net korkum
Ama kendime bile söylemem.
Çizgiler aslında yalan.
Yalnızca yanılsamadan ibaret…
Hesaplaşınca çizgilerim ve ben.
Susunca yalan ve gerçek, su ve ayna.
Tek ses: düşmüş düşlerin sesi…
Koridorda yankılanıp çınlarken
Demir atar gider son gemi,
Terk edilmiş limanından
Bulanık suları yararak.