Ben Rabia, on bir yaşındayım. Maalesef görme engelli olarak dünyaya geldim. Yeni bir güne uyanmıştım. Kahvaltının ardından, annem üzerimi giyinmeme yardım etmek için yanıma geldiğinde bugün giydiğim kıyafetin rengi neye benziyordu diye merak edemeden duramadım yine. Anneme artık renkler hakkında sorular sormayı çok uzun süre önce bırakmıştım çünkü ne sorum ne de yanıtı değişiyordu. Annemin dediğine göre renkler çok güzeldi. Çiçekler, gökyüzü, doğa vb. şeyler hep cıvıl cıvılmış. Zaten tüm renkler harika değil mi? Oysaki ben hiçbirini göremiyordum.
Ben bunları düşünürken annemle beraber okulun yolunu tutmuştuk bile. Bu sırada ben de düşünmeye devam ettim. Yalnızca merak ettiğim renkler değildi; sevdiklerimin yüzünü, okulumu, parkta oynayan çocukları her şeyi ama her şeyi çok merak ediyordum. Bu sırada okula varmıştık bile. Her zamanki gibi kapının önünden bir öğretmen beni aldı ve sınıfıma kadar götürdü. Onun gitmesiyle birlikte zil de çaldı zaten.
Öğretmen sınıfa girdi:
Günaydın çocuklar. Bugün aramıza yeni bir arkadaşımız katıldı. İsmin neydi kızım?
Melisa.
Peki kızım. İstediğin bir yere otur.
Adım sesleri bana doğru yaklaşıyordu. Hemen arkamdaki sıraya oturdu. Acaba nasıl birisiydi? Hoca derse geçtiğini belirterek konuyu anlatmaya başladı. Bir süre sonra zil çaldı. Karanlığa gömüldüğüm bir anda arkamda bir ses işittim.
Bir saniye bekler misin lütfen?
Sesin Melisa’ya ait olduğu belliydi; fakat yine de tanımamazlıktan gelerek:
Sen kimsin?
Melisa, sadece arkadaş olabilir miyiz diye soracaktım.
Tabii ki, neden olmasın.
Bu olaydan sonra günler ayları, aylar yılları kovaladı. Bu sırada Melisa aramızda çok yakın bir bağ oluştu. Melisa hayatımı hiç görmediğim renkler ile boyamıştı. Bana arkadaşlığımız boyunca ne gördüyse anlattı. Bir derdimiz, sevincimiz olduğunda ilk birbirimizi bulur anlatırdık.
Bir gün hayatımı değiştirecek o haberi aldım. Bana birisi bir çift göz bağışlamıştı. Sevinçten havalara uçmuştum. Bu haberi Melisa’ya vermek için onu aradım fakat telefonu açmadı. Duymamıştır diye sorun etmedim. Babam ile annemin evde dört döndükleri salondan duyuluyordu. Onların bu haline gülmemek elde değildi. Arabaya bindiğimizde en sevdiğimiz şarkılar açıldı, en güzel konular konuşuldu. Hastaneye vardığımızda beni ameliyathaneye aldılar ve yapacakları işlem hakkında kısa bir bilgi verdiler. Ameliyat masasından kalktığımda gözlerim hala kapalıydı, yavaş yavaş göz kırpma hissi geldi. Normal bir insana göz kırptığıma sevindiğimi söylesem bana gülerdi fakat o an yaşadığım mutluluk anlatılmazdı. Gözlerimi açtım, bir an her şeyi bulanık gördüm. İlk bakışta her şey renkli ve belirsizdi. Etrafa odaklanmaya başladım. İnanılmazdı! Tıpkı annemin anlattığı gibi çiçekler rengârenkti, camdan içeri düşen ışık huzmesi yüzüme vurunca yarım yamalak gülümsedim. Gördüğüm bu manzara benim için bir mucizeydi. Etrafımdaki dünya sadece dokunarak ve duyarak keşfettiğim dünyadan daha zengin ve karmaşıktı. Küçücük odada bu kadar zenginlik varken kim bilir dışarıda ne gibi güzellikler var?
Derin bir sessizliğin ardından etrafa baktım. İnsanların yüzlerini, sevdiklerimin gülümsemelerini ve ailemi gördüm. O an gözlerimden birkaç damla gözyaşı firar etti. Mutluluktan ağlamak bu olsa gerek diye düşündüm. “ Görmek …” Ne güzeldi! Görmeye başlamak içimde büyük bir coşku ve minnettarlık uyandırdı. Her bir detay benim için hazine gibiydi. O an karanlığın ardından gelen ışığın ne kadar değerli olduğunu anladım. Sahi benim karanlık günlerimde ışığını duvarlara yansıtan, görmüyorken bana gökkuşağını izleten kişi, niçin
en mutlu günümde ortalarda yoktu? Herkesi ilk defa gördüğüm için bir kişiye soracağım soruyu ortaya atarak cevap bekleyeceğim:
Melisa nerede, göremedim onu.
(Ortama sessizlik çöktü, ardından bir kadın konuştu.)
Ben Melisa’nın annesiyim Melisa senden sık sık bahsederdi.
(Anlıyorum anlamında, kafamı yavaşça aşağı yukarı hareket ettirdim. Ardından Melisa’nın annesi, bir kadından onay istercesine, baktı ve ardından devam etti.
Sana yalan söylemek istemiyorum kızım. Melisa bundan kısa bir süre önce hastalandı, buraya tedavisi için taşındık ve son zamanlarda hastalığı ilerlemeye devam ediyordu.
(Devam edemeyeceğini belirterek ağlamaya başladı, ardından biri elini destek amaçlı yanındaki kadının omzuna koydu.)Kafamı kaldırıp yüzüne baktım.
O öldü. Sana bağışlanan gözler Melisa’ya ait.
Son cümleyle yıkılmış durumdayım adeta. Arabada ameliyat olacağım için kutlama yaparken meğer Melisa’nın ölümünü kutluyormuşum. Az önce sevinç gözyaşı dökerken şimdi üzüntüden ağlayamıyordum. Bir zamanlar Melisa bana göremediğim için etrafı anlatırdı. Şimdi benim gözlerim var ama o yok. Vücudumun onda birini kaplamayacak o gözler, o an yük olmuştu bana.
Benden ses gelmeyince orta yaşlı, saçları hafif ağırmış, boynun bükük bir kadın:
Yarın cenaze törenimiz var, dedi.
Bu annemdi, sesinden tanımıştım. Anneme sarıldım, ardı ardına gelen hıçkırıklarla beraber hüngür hüngür ağladım. Sonrasında eve gittik ve cenaze saatine kadar uyudum.
Cenaze töreninin girişine gelmiştik, her yer renkli çiçeklerle ve boyumu aşan ağaçlarla doluydu. Girişte duran adam hepimize birer kağıt verdi. Üstünde Melisa’nın fotoğrafı vardı. Bir daha Melisa’yı göremeyeceğimi o an daha iyi anladım. Fotoğrafa daha dikkatli baktım. Kahverengi, dalgalı saçları, yemyeşil gözleri vardı; çok güzeldi. Annem daha önce anlatmıştı Melisa’yı bana ama görmek duymaktan farklı bir histi.
O gün kendime bir söz verdim. Melisa ölmüştü, evet ama ben onun ruhunu daima yaşatacaktım. Tıpkı ben derin bir karanlığın içindeyken bana gökkuşağını gösterdiği gibi...