İnsanların birbirlerini ve doğayı sevdiği bir köy vardı. Hayvanlar, ağaçlar ve bütün canlılar huzur içinde yaşardı. Bir gün köye ilkbahar geldi. Baharın gelişini haber alan çiçekler, böcekler, ağaçlar kışın yorgunluğunu üzerlerinden atıp neşe içinde hazırlıklara başladılar. Minik erik ağacı da bunlardan biriydi. Daha çok küçüktü. Dalından ayrıldığı annesi ona çok çalışırsa tez zamanda meyve verebileceğini söylemişti. Önceki yıllar meyve verememişti ama belki bu yıl verebilirdi. Keşke annesi yanında olsaydı.
Minik erik, bir akşam bütün hazırlıklarını yapıp uyudu. Gecenin bir vakti vücudundaki ağrıyla uyandı. Meğer o uyurken çıkan fırtına küçücük köklerini topraktan çıkararak ağacı devirmişti. Sabaha kadar hareketsizce yattı. Yaşayabilmesi için köklerinin toprağın içinde olması gerektiğini söylerdi hep annesi. Şimdi kökleri dışardaydı. Böyle ne kadar dayanabilirdi ki! Kötü kötü düşünceler kafasını kurcalayıp duruyordu ancak pes etmemeye karar verdi.
Toprakta kalan köklerinin yardımıyla günlerce tomurcuklarını patlatmaya çalıştı. Bir gün bembeyaz çiçekleriyle uyandı. Çok azimliydi ama bu şekilde devam edemeyeceğini biliyordu. Sonunda onun bu halini köyün iyiliksever çocukları fark etti. Öğretmenlerine haber vererek minik eriğin yanına geldiler. Bir hayli uğraştıktan sonra eriği yattığı yerden kaldırdılar. Onu tekrar toprağa gömdüler. İsmini de pes etmediği için Azim koydular.
Çocuklardan biri her gün Azim’in yanına uğrayıp onunla konuşmaya çalıştı. Merve’ydi bu. Merve, kimsenin onu anlamadığını düşündüğü için tek başına dolaşırdı. Ailesi bile onu anlamıyordu. Bu yüzden tek başına yaşayacağı bir yere gitmek istiyordu. Bütün bunları paylaştığı tek dostu erik ağacı Azim’di.
Bir gün yine Azim’in altında otururken uyuyakaldı. Gözlerini açtığında kendini bambaşka bir yerde buldu. Önce bunun bir rüya olduğunu düşündü. Kendini çimdikledi. Rüyada değildi. Bir yere ışınlamış olduğunu anladı. Her yer bembeyazdı. Etrafta eski bir kapıdan başka bir hiçbir şey yoktu. Kapıyı açınca karşısına başka bir kapı çıktı. Onu da açtı başka bir kapı… Merve’nin açtığı her kapı küçülüyordu. Bu yüzden kapılardan zorla geçiyordu. Son kapının ardında gördükleri onu şaşırttı. Burada her şey kâğıttandı. Etrafına bakınırken karşısına bir yazı çıktı. “Dikkat et, altı saat içinde çıkmazsan sonsuza karar burada kalırsın.”
Çaresizce çıkış kapısını aramaya başladı. Üç saat çabucak geçmişti. Ayrıca çok acıkmıştı. Yürümeye devam etti. Üzerinde meyveler olan kâğıttan iki ağaç çıktı karşısına. Üzerinde “Beni ye.” yazıyordu. Hangisini yiyeceğini bilemedi. Diğer ağaç, “Sakın o meyveyi yeme. Onlar zehirli. Benim meyvelerimi ye.” dedi. Merve zehirli olmayan meyvelerden yedi ve ağaca teşekkür etti. Ağaç bir anda kayboldu. Şaşırmıştı ancak vakti azaldığı için çıkış kapısını aramaya devam etti.
Etrafına bakınırken karşısına kâğıttan bir aslan çıktı. Merve, aslandan korkup kaçmaya başladı. O kaçtıkça aslan onu kovalıyordu. Kâğıttan bir taşın arkasına saklandı, aslan onu göremeyince başka yöne gitti. Burada yalnız kaldığı için hem korkmuş hem üzülmüştü. O an aklına arkadaşları ve ailesi geldi. Haksızlık etmişti. Şimdiye kadar hep yalnız yaşamak istemişti. Artık hatasını anlamıştı. Eğer buradan kurtulabilirse ailesinden özür dileyecek, bir daha onları asla terk etmeyecekti.
Zaman iyice azalmıştı. Etrafındaki nesneler yavaş yavaş silinmeye başladı. Çaresizce sağa sola koşuyordu. Bir an sağındaki ormanlık alandan tanıdık bir ses duydu. “Merve, bu tarafa gel!” Sesin geldiği yöne gitti, orada minik dostu Azim’i gördü. Ona sarıldı. “Sen ve arkadaşların beni kurtarmıştınız.” dedi Azim. “Al bu çiçekleri, dallarımdan senin için topladım. Kapı şu tarafta. Unutma ki iyi kalpliler her zaman kazanır.”
Merve, Azim’in gösterdiği kapıdan içeri girdi. Işıktan kamaşan gözlerini yumdu, tekrar açtığında kendini Azim’in dallarının altında buldu. Yerinden kalktı. Üstündeki toprakları silkelerken elini cebine dokundu. Bir şey vardı içinde. Şaşkınlıkla elini içeri soktu. Azim’in ona verdiği çiçeklerdi cebindekiler. Gözlerinden birkaç damla yaş döküldü. Ardından özür dileyip onları ne kadar çok sevdiğini söylemek için ailesinin yanına koştu.