Her zamanki gibi erken kalkıp okula gittim. Sınav matematik sınavı olacaktık. Sınavı ilk bitiren ben oldum, çok çalışmıştım ne de olsa… Bir anda kapı çaldı ve nöbetçi öğrenci beni müdürün çağırdığını söyledi. Öğretmenden izin alıp müdürün yanına gittim. Müdürümüz bana babaannemin vefat ettiğini ve babamın beni almaya geldiğini söyledi. Ben de hemen çantamı topladım, okul çıkışında beni bekleyen arabamıza yöneldim. Arabaya bindim ve ön tarafta babamın yanında oturan dedeme baktım, gözleri dolmuştu. Babam artık dedemin bizimle kalacağını söylemişti. Buna sevinmiştim çünkü dedemi seviyordum. Babaannemi gömdük. Birkaç gün sonra bütün cenaze işleri bitmişti.
Annem dedem eve geldiğinden beri çok sinirliydi. Nedenini bilmiyordum. Aradan bir ay geçti ve sonunda onun neden bu kadar sinirli olduğunu anladım. Sebebi dedemdi… Daha doğrusu dedemin bizim evde olmasıydı…
Dedemin bir süre sonra anemi ve kalsiyum eksikliği nedeniyle eli titremeye başladı. Yemek yerken etrafa dökmeye başladı. Birkaç kere de tabak, bardak kırdı. Annem; babama artık dayanamadığını ve bu duruma bir çözüm bulması gerektiğini bulamaz ise dedemi huzur evine bırakması gerektiğini ya da kendisinin evi terk edeceğini söyledi. Babam da dedem için ayrı bir masa ayarladı. Masada plastik tabak, bardak ve çatal vardı. Anneme ve babama çok sinirlenmiştim, yaptıkları çok yanlıştı. İçimden keşke dedemin oğlu ben olsam da bu vicdansız anne ve babaya sahip olmasaydım diye geçirdim. Bir gün onlar da yaşlanacaklardı. Belki sakat kalacaklardı belki de yatalak… Kim bilir? Çok şükür ki dedem de öyle bir şey yok, kendisi sapasağlam. Sadece elleri titriyor.
Bir gün ben de ikişer tane bardak, çatal ve tabak aldım. Anneme ve babama uzatım. Bunun üzerine bana: “Evladım bunu ne yapalım?” dediler. Ben de “Yaşlanınca size lazım olacaklar.” dedim. Bu olaydan sonra dedemle hep ben ilgilendim ve annemlerle asla aynı masaya oturmadım. Aradan bir yıl geçti ve dedem kalp krizinden vefat etti. Cenazede annem ve babam da benim ile birlikte ağlıyordu. Onlara: “Sizi seven bir insanın arkasından o gittikten sonra mı ağlıyorsunuz?” dedim.
Aradan yıllar geçti. Dedeme anlattığım gibi hukuk okuyup hâkim oldum. Ardından evlendim. Bir gün kapı çaldı ve annem ile babam geldi. Artık elden ayaktan düştükleri için ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı. Onları huzurevinin önüne getirdim, sevinmişlerdi çünkü onları sokağa atmamdan korkuyorlardı. “Merak etmeyin ben sizin gibi gaddar bir insan değilim. Sadece tepkinizi merak ettim.” dedim ve ekledim: “Dedeme azıcık sevgi ve saygı gösterseydiniz en azından onu buraya getirirdiniz.” dedim. Annem ve babam benden defalarca özür dilediler. Bana da affetmek düştü. Babam eşim ile çok iyi anlaştı, oğlum ise anneannesini çok sevdi. Biz de bu şekilde kocaman bir aile olduk. Hayatta ne ekersek onu biçiyoruz aslında… Yaşam tıpkı Yunus Emre’nin dizelerindeki gibi değil mi?
“Sen eğri isen yok başka doğru Sen doğru isen yok başka eğri…”