VEFA
VEFA
Anlamsız gibi gördüğüm şeyler vefaymış meğer.
Kadıköy rıhtımında körüklü otobüs durdu.
İstanbul derler ki her geçen yıl değişiyor. Pek inanılmaz gibi duruyor. Çamlıcadan esen rüzgarın bölük pörçük boyasız sıvasız evleri yalayıp hala yüzüne vurup estiğini kime anlatabilirsin? Bağdat caddesine yönelip o meşhur bankaların bulunduğu kaldırım yolunun üzerinden yukarı doğru şaşkınca yürüdüğümü hatırlarım. Kaldırım boyu tam tepeye varmadan caddenin çaprazında birinci katında perdesiz pencerenin kenarından parkinson hareketleriyle insanları izleyen bir adam vardı. Adam yer etti içime. Bir değil iki değil üç değil her böyle orada bulunduğum farklı gün parçasında, sabahında, akşamında adam hep pencere kenarında. Yaş 16, 17 bizim için. Bir de yakından , rahatsız etmeden bulunduğu karşı kaldırım üzerinden ona yavaşça yürüyüp daha yakından yüzündeki ifadeyi yakalayıp bulunduğu halin patolojik belirtilerine şahit olmak istedim. Sokaktaki(iğne atsan düşmez) kalabalıklara bakıp insanları rahatsız ettiğini düşünüyordum. İyice yaklaştım. Mesafe soluk sesini işitecek yoğunlukta. Sesleneyim mi, hal hatır sorayım mı? Yarım sene cama yapışık bu adamın bende bıraktığı intiba derindi.
Konuşamadım, cesaret edemedim, kimdi? Göz göze geldim. Beni görmüyordu bile. Bir pişmanlık alın çizgilerini yoruyor, göz kenarından akan ve anında kuruyan bir kaç sıvı damlası, kendime sorular sorup her birinin cevabını bulamadığım şeyler. Bir sebeple konuştu, bende ona uydum. Hayata özlem duyuyordu. Kanser hastasıydı, dışarı çıkamıyordu. Kalabalıkları izleyip teselli arıyordu.
-Yok mu seninle ilgilenen ?
-Bakıcı var. Evlatlar ve kızlar uçtu. Yemedim yedirdim , içirdim içmedim. Çok ilgilendim, çok seviyordum onları. Niye böyle oldu, bilmiyorum, dedi.
İstanbul çok güzeldi. Tepeden baksan velev ki içine kaybolsanda her köşesi bir hatıra. Adam öldü tabi. Allah rahmet eylesin.
Bir iş için karşı yakaya geçmemiz gerekti. İnşaat halindeki bir binanın kaldır getir işleri vardı. İş bitişi 6 katlı binaya geldik. Sanırım Çağlayan'dı. En üst katında ranzanın ikinci katında gece sularında ay da var. Ah , o gece unutulmaz! Yıldızlar göğe serilmiş, boğazın suları haşin, yakamoz kalbimde, hayran hayran , ta o zamandan felsefik soruları sordum Fatih Sultan Mehmet'e. Ne iyi ettin ceddim, aldın İstanbul'u. Roma ile de süsleyebilirdin ama ömrün kifayet etmedi. Başka bir gün için Hz Yuşa'yı 'Beykoz' da ziyaret ettik. Sur dışı boğaza yakın giden araba değil içimdi. Derler ki İstanbul vefalı bir şehirdir. Gündüz kaybolur, gece bağrına dolar taşar.
Köprüden koyunla koyun koyuna karşıya geçtiğimi anlatmış mıydım size? Koyun ile bir metre karelik kabin boşluğun içinden küçük bir camdan İstanbul' u seyretmiştim Kurban Bayramında. Yalıları gördüm, şezlonglar içinde sallananlar, tenis cordları, balıkçı tekneleri...
Vapurlar dumanlarını ta adalara kadar savurup yol alıyor ,her şey birbirinden bağımsız akıyor gidiyordu. Zeytin taneleri peşe peşe yerlere seriliyordu.
İstanbul bir de seni Topkapıdan ,dürbün ile görmek isterdim. Sultan Ahmet'in minaresinden, Galata Kulesi'nden... Hezarfen gibi uçup Belgrad Ormanları'nda kaybolmak ne tatlı olurdu. Benden vefalı çıktın. Ben seni terkettim ama sen bana hala yalvarıp ne olursun gel diyorsun.Vefa böyle birşey olsa gerek.