FOTOĞRAFLARIN DİLİ

Zamanın, acı ve tatlı hatıraların tanıkları fotoğraflar. Her birimizin hayatında özel anların şahitleri onlar. Siyah beyaz ve kenarları tırtıklıdan başlayıp renkliye dönüşen ve ekranlarda kalan fotoğraflar.   Her biri “Çekiyorum!” diyerek başlayan, maziden atiye bırakılan gerçek birer iz.

Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçımız merhum Ara Güler (1928-2018)’in fotoğrafın sadece bir görsel olmadığını belirten; onun ardındaki duyguya, yaşanmışlıklara, hatıralara inen bir sözüyle devam etmek isterim: En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı. Ara Güler’in bu sözlerinde ifade bulan düşünce, aslında her bir fotoğrafın bize görsel olarak sunduklarının çok ötesinde bir derinliği ve manayı da bünyesinde barındırdığıdır. Hayatımızı, hatıralarımızı görsel olarak bize sunan fotoğrafların kendilerinin de birer hikâyeleri ve duyguları vardır.

Hepimiz mutlaka geride kalan hatıralarımızı fotoğraflaştırarak geleceğe görsel olarak aktarmaya çalışmışızdır.  Bazen elimize fotoğraf albümünü alarak sevdiklerimize “İşte bu benim ilkokul 1. sınıfa başladığımdaki halim, burada liseye yeni başlamıştım, bu fotoğrafta üniversiteyi henüz bitirmiştim, bu düğün fotoğraflarımızdan, o zaman babaannen ile deden çok gençti, saçlarım ne kadar siyahtı, yüzümde hiç kırışıklık yoktu, bu fotoğrafı okulda beden eğitimi dersinde çektirmiştik, bu eşofmanımı çok severdim, o zamanlar ayakkabı yoktu, bu fotoğraftaki ayakkabı benim ilk ayakkabım… “ diye uzayıp giden onlarca cümle kurmuşuzdur. Üstelik her bir fotoğraftaki halimiz bize dün gibi gelmiştir. “Zaman ne kadar da çabuk geçti oysa her şey daha dün gibi.” dediğimiz çok olmuştur.

“Hatta sen ona ne kadar benziyormuşsun? Bu senin teyzendi seni görseydi kim bilir ne kadar severdi? Bak bu benim siyah önlüğüm, elimde annemin diktiği okul çantamla ilkokula gidiyorum, acaba çok mu değişmişim? Bana daha dün gibi geliyor. Annen de çok mu değişmiş? Sen de değişeceksin. Bak bunlar bebeklik resimlerin, sen şimdi böyle misin?” diye “Vizörden bakan yalnızca göz müdür? Filmlere düşen sadece iz midir?” misali uzayıp giden cümleler arasında maziye gider, fotoğraflarla zamanda derin bir yolculuk yaparız.

Fotoğraflar, anı yakalamanın ve onları geleceğe aktarmanın bir yoludur. Ancak onlar en çok da ifade etmenin, anlatmanın ve meramını dile getirmenin aracıdır. Hatta bu; kelimelerle yapılamayan, sözcüklere dökülemeyen duyguların ifade edilmesidir. Ünlü fotoğraf sanatçısı Lewis Wickes Hine (1874-1940)’ın “Eğer hikâyeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım.” sözlerinde olduğu gibi…

Fotoğraflara bakarken oturduğumuz yerden bir bakmışız onlarca yıl öncesine gidivermişiz. Ailemizin o dönemki imkânlarına göre bazen bebekliğimizi, çocukluğumuzu, gençliğimizi bazen de okul yıllarımızı, askerliğimizi, evliliğimizi, arkadaşlarımızı ve sevdiklerimizi tek tek buluruz fotoğraflarda.

“Fotoğraf, geçmekte olan gerçek anın yakalanmasıdır.” diyor Jacques-Henri Lartigue. Çünkü fotoğraflar; her anını yaşadığımız ve her anı hatıralarda kalmakta olan, mazimizin yakalandığı, göründüğünden daha büyük derinliği olan görsellerdir. 

Teknolojinin gelişmesi ve cep telefonlarının kullanılmaya başlanması ile fotoğraf çekmek her birimizin hayatının merkezine yerleşmiş, bu kareleri yakalamanın yöntemi de bir hayli değişmiştir. Ancak fotoğrafın dili, anlattıkları ve duygusu her dönem zamanın ötesinde olacaktır.


Etiketler:   

YORUMLAR

Ben robot değilim seçeneğini işaretleyin.

  • Henüz yorum yazılmadı